Mevsim kış…
Penceremden dışarı bakıyorum…
Kapalı ve yağmurlu bir havanın melankolik bir hüznü içerisinde yüreğim zihnimin işgali altında düşünceler sağanağına tutulmuş gibiyi.
Kaç mevsim geçti hesaplamadım ömrümün üzerinden. Daha doğrusu işime gelmiyor hesaplamak. Malum, ömürle ilgili hesap özellikle benim gibi kırkını devirmişlerin işine gelmez. Oysa hayata ve yaşama dair şikâyetler içerisinde figan ederiz, ama bir türlü ölümle de barışık değilizdir.
Bu yaman çelişkidir belki de hayatın özeti. Yâda anlamı tadı – tuzu…
Her neyse yağmurlu havalara gelelim. Bu havalar toprağı sulayıp tabiata bereket olduğu kadar edebiyatı, özelliklede şiiri – şairi de beseleyip büyüten havalardır.
Keşke iyi bir şair olabilseydim. Ruhumun, gönlümün sesine şiirle tercüman olabilseydim. Böyle düz yazıların ruh ve gönül dünyasını anlatmakta aciz kaldığına inanıyorum.
Ama şiir öylemi? Bir mısra bile bazen sayısız ciltlere sığacak anlatımları özetleyiverir.
Keşke iyi bir şair olabilseydim…
Pencereme bakıyorum. İncecikten hani ahmakıslatan dedikleri cinsten yağmur toprağa avdet ediyor. Gerçi toprağı bulmakta da zorluk çekmiyor dersek yalan olur. Canım tarımsal arazileri beton yığınlarıyla doldurup, çevre katili insanoğluna tabiat yinede intikamsız yağmuru yağdırmayı sürdürüyor.
Tabiat ana…
Evet, ana canlının en değerli ve kutsalına verilen isim. Doğurganlığı temsil ediyor. Karşılıksız verebilen tek canlı ana.
Atalarımızın engin ve ince anlatımını bu yüzden çok seviyorum. Tabiat ana, tıpkı anamız gibi bizden kötülük gördüğünde bile bizi karşılıksız ihya etmeye devam ediyor.
Biz insanoğlu ise tam bir hayırsız evlat durumundayız. Dünden yarına bu hep böyle. Her gelen nesil kendi imkânları ölçüsünde tabiat anaya nankörlük yapmaktan geri kalmamış. Tabiat ana ise ne kadar yaralanırsa yaralansın, bir yandan kendini iyileştirmeye çalışırken, bıkıp usanmadan sonsuz bir sabırla bizleri nimetiyle mücehhez kılmaya devam etmiş- devam etmekte.
İklim şartlarına göre kimi bölgelere kar kimi bölgelere yağmur yağdırmaya devam ediyor tabiat ana.
Her güzelin bir cefası olduğu gibi bazı bazı tabiat ananında cefasının olduğu zamanlar olmuyor değil. Gerçi bu cefaların bedelini ödemenin sorumlusu da bizleriz aslında.
Depreme dayanıksız binaları yapmaktan vazgeçmiyoruz.
Dere yataklarına evleri yapmaktan usanmıyoruz.
Karlı yollara zincirsiz araçlarla çıkıp, hız yapabiliyoruz.
Deniz kumundan inşaat yapmayı maharet sayıyoruz.
Sonrada başımıza bir felaket geldiğinde suçu tabiat ananın üzerine fatura edip, sorumluğumuz hiç yokmuşçasına kaldığımız yerden, hem de başımıza gelen felaketlerden ders çıkarmadan yaşamayı sürdürüyoruz.
Penceremden dışarıya tekrar bakıyorum.
Yağmur dinmiş gibi. Hava hala kapalı. Ve mevsim kış olmasına rağmen hiçte sanıldığı kadar soğuk değil hava. Yinede içeriler ısıtılmadan durulmuyor. Bu arada ısınacağız derken alabildiğine bilinçsiz tüketim sonucu havayı kirlettiğimizde işin cabası.
Hava yağmurlu. Mevsim kış. Üstelik yılın bitimine bir gün kaldı. Yeni yıl alışverişiyle ekonomi biraz canlanıyor sanırım.
Ama benim canım sıkkın. Bir yaş daha yaşlanıyorum. Üstelik bundan kimsenin haberi yok. Herkes kendi telaşında. Bir itiş kakış arasında sürüyor hayat denizinde yaşantımız.
Gerçi ben biraz şanslı sayılırım. Salda doğmuşum. Şimdi kayıkta yaşıyorum.
Her yeni yılda yapılan dileklere paralel hepinizin hayat denizindeki yaşam binitinizin daha iyiyle değişmesini diliyorum.
Yeni yılınız kutlu olsun…