Kelime anlamı olarak unutmak olan insanın bu özelliği yaşayabilmesinin de bir anlamda formülü sayılır.
            İnsanın unutmasının temelinde Allah’ a verdiği sözü unutması vardır. Fakat biz burada bundan bahsetmeyeceğiz. Çünkü bu konu derin ve bizim uzmanlığımız da yok bu anlamda.
Unutmakla unutkanlık birbirine benzese de aralarında ince bir çizgiyle ayrılır. Unutkanlık bir özür sayılır. Unutmak ise bir haslet…
            İnsan beyni geçmişini süzgeçten geçirir ve genellikle olumsuz olayları unutarak, insana yaşama gücü verir. Eğer olumsuzlukları unutmayan bir beyne sahip olsaydık, herhalde yaşam çekilmez olurdu.
            Ölümle ilgili bir tabir vardır bu durumu anlatmak için halk arasında. Bir kimsenin bir yakını vefat ettiğinde gönlünde kırk mum yanarmış. Geçen her günde bu mumlardan her biri söner, en son kalan mum ömür boyu yanarmış. Derler ki eğer kırk mumun hiç biri sönmeden yanmaya devam etse insan yaşayamaz, kendisi de ölürmüş.
            Hayat tek düze yaşanan bir süreç değildir. Tekdüze olsaydı kimse yaşamdan haz alamazdı sanırım. Hayat iniş çıkışları olan bir süreçtir ve her doğan kaderini yaşar.
Bu hayatta göreceli olarak farklılıklar olsa da insanlar arasında eşitlik bir realitedir. Bu konu tartışmaya açık bir konu olmakla birlikte sadece özet olarak konuyla ilgili kişisel düşüncemi ifade ettiğimi söyleyebilirim. İnsanların göreceli olarak farklı yaşamları olsa da temelde bizim çok fazla idrak edemediğimiz bir eşitlik içerisinde yaşadıklarını düşünüyorum.
            Unutmakta bu tekdüze olmayan hayatın bir armağanıdır. Zihnimiz olumsuz hatıraları süzgeçten geçirir. Bu bizim elimizde olmayan irade dışı bir olaydır.
İrademizle de unutabiliriz. Eğer irademizle bize yapılan kötülükleri unutabiliyorsak, bu bir erdemdir. Erdemli yaşamak ise onurlu bir yaşantıya sebep olur. Böyle bir yaşantının tadına doyulmasa gerek. Tabi erdemli olup erdemli bir yaşam sürdürebilen insan sayısının oldukça az olduğunu düşünüyorum.
            İrademizle unutmak gerçekten zordur. Çünkü nefis / ego taşıyan insan bencilce davranarak kendisine yapılan iyilikleri unuturken, kendisine yapılan kötülükleri unutmaz. Tam tersine kendisinin yaptığı iyilikleri unutmazken, kendisinin yaptığı kötülükleri unutur.
İş kendisi olunca yaptığı iyilikleri unutturmayan iradesi ve egosudur. Yaptığı kötülükleri unutturan ise hafızasıdır.
Birde sürekli diri tutarsak bize yapılan kötülüğü, iş tehlikeli boyutlara ulaşabilir. Olumsuz bir duygu olan kin ortaya çıkar ki, bu duygu beslendikçe büyür ve nesiller boyu sürer gider. Kan davası denilen şey işte budur. Bir de bu duygu töre diyerek bir değer haline getirilince bunun önüne kimse geçemez. Bu yüzden toplumsal huzur kalmaz kimi zaman. Ah bir unutabilsek ve irademizle de erdeme kavuşabilsek…
            Gelelim zihnimizin unutmasına. İyi ki unutuyor zihnimiz. Zihnimiz irademiz gibi değil. Neler yaşamıyoruz ki bu inişli çıkışlı hayat sürecinde. Birçok kere pişmanlıklar kendiliğinden zihnimizi daha bi çabuk unutmaya sevk ediyor. Yani pişmanlık unutmayı tetikleyen önemli bir duygu olarak karşımıza çıkıyor. Tabi her seferinde pişman olup olup yine aynı hatayı yapıyorsak, pişmanlığımız bu sefer bize fayda yerine zarar vermeye başlar. Psikolojik dengemiz bozulur. Ruhsal rahatsızlıklar başlar ki, bu bence hastalıkların en kötüsüdür.
            Allah, sürekli hatalarımızı tekrarlamaktan bizleri korusun…
            Hani bir tabir vardır ya, “kör ölünce badem gözlü olur” diye. Düşününce bu sözünde unutmak ile ne kadar ilişkili olduğunu görüyoruz. İnsan öldükten sonra hayatta yapacağı bir şey kalmıyor. Ardında bıraktığı yakınlarının zihinleri de ölen kişi ile ilgili olumsuz hatıraları elediğinden, ölenin yakınları ölmüş kişinin iyi ve güzel taraflarını hatırlayıp; her andıklarında iyi olarak hatırlıyorlar. Buda güzel bir haslet aslında.
            Hayata tutunamayanlara baktığımızda baktığımız da, zihinlerindeki unutma yetisinin zayıflığını görürüz.
            İyi ki unutabiliyoruz…
            Unutmayı beceremeseydi halimiz nice olurdu?
            İradimizle unutmamak ve unutulmamak dileğiyle…