Plan program üzere düzenli yaşamak arzusu içerisinde yaşamak isterdim…
Daha düzenli bir hayatım olsun isterdim…
Düzenli bir hayatın başarıya yansımasına hasret, fakat tembel bir hayatın bedelini ödeyerek yaşadığımın farkında olduğumu söylemek isterim.
            Plansızlığın getirdiği en önemli problem verilen sözde duramamaktır. Verdiğim sözde durma konusunda titizim ama bununla ilgili plansızlığım var. Bunun sıkıntısını yaşamaktan vazgeçmedim, ama verdiğim sözü yerine getirebilmek uğruna son anda çektiğim sıkıntıları bir ben bilirim.
            Öğrencilik hayatımda sınav gününün öncesi akşamına kadar kitap-defter yüzüne bakmayıp, akşam ha şimdi ha şimdi diyerek geceyi sabaha eklediğim ve uyku sersemi girdiğim sınavların sonucunda; ya güç bela barajı geçtiğim, yada ikmale kaldığım dersler olmuştu.
Sınıfta da kaldım bu arada…
Neyse ki gayreti elden bırakmadım da kendimi geçindirecek bir iş için gerekli mezuniyete kavuşarak, bu günlere gelebildim.
            Yolculuk öncesi de plansızlığın sıkıntısını çektiğim olmuştur…
            Kış kapıya dayandığında yakacak telaşına düşüp, zarar ettiğim yıllarda var…
            Bütün bu yaşadıklarım bugün için tecrübe olarak benliğime sinmiş durumda. Amiyane tabirle tecrübe, “hayatta yenen kazıkların hülasasıdır”. Benim edindiğim tecrübelerin altında da pek çok kazık(bedel) mutlaka var. Bugün geçmişime bu anlamda eyvahlandığım zamanlar olmuyor desem yalan olur.
            Halimden şikayetçi değilim. Ama biliyorum ki, planlı-programlı bir hayatım olsaydı bugün maddi-manevi açıdan hayat standardım daha iyi olabilirdi. Burada kaderci toplumsal yapımızın kişiliğime yansıması imdadıma yetişiyor. Nasip kısmet deyip işin içerisinden sıyrılıyorum. Hani böyle teselli bularak kendimi kandırdığımı, duygusal anlarımda yüreğimin bir köşesinin sızladığını da itiraf etmeliyim.
            Bütün bu olumsuzluğumun yanında parasal konularda sözümün arkasında olmuşumdur. Tabi birkaç istisna dışında. İstisnalar öğrencilikteki parasız zamanlarıma aittir. Zaten samimi çevremde şakıyla karışık, “bana parasal konular dışında güvenmeyin” derim.
            Kişinin kendini bilmesinin erdem, hem de önemli bir erdem olduğu inancındayım. Fazla iddialı olmamakla birlikte, kendimin birazcık farkında olduğumu düşünürüm. Gerçi “kişi kendini beğenmese çatlar ölür” atasözü bu halimi özetliyor olabilir. Ne yapayım, herkes kadar benimde kendimi beğendiğim durumlar oluyor.
            Bugün artık yaşım kemale erişme başlangıcında sayılır. Küçüklerimize tecrübelerimi aktarmaktan bende hoşlanır oldum. Gençliğimizde bize nasihat edenlerden hoşlanmadığımın aksine, bende nasihat eder oldum. Demek ki her şey zamanında yaşanıyor.
            Bugünkü tecrübelerimle hayata yeni baştan başlasam çok daha hatasız ve kusursuz bir hayatım olurdu diyor, içimden bir ses. Öte yandan bu sese içimdeki öteki ses itiraz ediyor. Hangisi doğru derseniz? Sanırım ben ikinci sesin yanındayım. Her şey zamanında yaşandığı gibi olacağına daha bir ikna vaziyetteyim.
            Kendi kendimi ikna etme çabası içerisindeyim, küçüklere yapacağım nasihatler hususunda. Olayı abartmamam lazım, kendime yapılmasını istemediğimi başkasına yapmamam gerektiğini biliyorum. Şimdi bu düşüncemi eyleme dönüştürmeyi başarmam lazım.
            Doğan her canlı kendi hayatının sorumluluğu içerisinde sürdürüyor yaşantısını. Kişinin kapasitesi kadar oluyor, başka yaşamlarda alacağı dersler. Bunun ötesi yok.
            Teoride idealin resimleri mükemmel olmakla birlikte, pratik hiçte öyle kolay değil. İnsanlık tarihi bunun örnekleriyle doludur. Zaten hayat bu teorinin pratiğe dönüştürülmesi projesi değil mi?