Yalpalayan bir hayatın net olmayan bireyleri olarak, hiçbir konuda net olamamanın toplumsal sancısı içerisinde kıvranıyoruz.

            Hiçbir konuda altyapı oluşturma derdimiz yok…

Pek çoğu kulaktan duyma bilgilerle kemikleştirdiğimiz görüş ve fikirlerin sahibiyiz. Bu yüzden tartışabilme becerisi gösteremiyoruz. Her tartışmaya kendi fikrimizden başka doğru kabul etmeyen bir noktadan başlamak adetimiz. Karşımızdakini anladığımızı söylediğimiz her durumda konuşmamıza bir “AMA” ile başlamadığımız olmuyor.

            Ama, evet ama ile başladığımız her konuşma ve yazı aslında en iyi, en doğru benim ve en iyiyi, en doğruyu ben bilirim demek oluyor. Sadece nezaketen karşımızdakini dinlediğimizi, karşımızdakinin fikrine ama diyerek kibarca itiraz ettiğimizi gösteriyoruz. Karşımızdaki de aynı noktadan baktığından her tartışma neredeyse bir kavgaya dönüşüyor.

            Bu “ama” lardan bir kurtulabilsek pek çok meseleyi daha kolay halledebileceğiz. Birazcık düşünmeye, dinlemeye, anlama çabasına en önemlisi saygıya ihtiyacımız var.

“Ama” yı kullanmadan konuşmakta hiç kolay olmayacak bir süre bizim için.

            “Ama” sız konuşabilmek için ruh, gönül ve akıl dünyamızı doldurmamız gerecek. Kendimize güvenimizi güçlendirmemiz, bilgi birikimimizi sağlam kaynaklarla doldurmamız zorunlu olacak.

            İnandığımız her şey için fikir sahibi olmadan bilgi sahibi olmamız gerektiğinin farkına varıp, bunun için çalışmalıyız. Savunduğumuz fikrin bilgisindeki eksiklik bizi her zaman zor durumda bırakacağını unutmamız gerekiyor.

            Okumalıyız…

            Okumalıyız…

Okumalıyız…

Şunu da fark etmemiz gerekiyor. Bu güne kadar en doğru kendimiz ve kendi değerlerimiz noktasında kalarak herhangi bir sonuç elde edemedik. Eğer bundan sonra da bu noktada durmaya devam edersek, hiçbir ilerleme ve başarı gösteremeyeceğiz.

            Peki, bugünkü durumuzdan memnun muyuz?

            Memnun olduğumuzu bir kısım mutlu azınlık dışında söyleyebilecek olduğunu sanmıyorum.

            Memnun ve mutlu olsaydık, her ortamda ha bire boşa kürek çekercesine tartışıp nefes, kağıt, kalem tüketmezdik.

            Evet, tartışmak güzeldir…

Tartışma adabına uygun, karşılıklı fikir alışverişinin olduğu, hiç kimsenin hiç kimseyi bir fikri kabul etmeye zorlamadığı tartışma ortamları güzel ve faydalıdır. Böyle tartışmaların olduğu toplumlarda birey ve toplumun ufku genişler.

            Şunu da unutmamak lazım. Her bireyin, her toplumun ve her milletin kendi kimliğini oluşturduğu değerler üzerinde tartışmak çokta doğru olmaz. Fakat buna rağmen aykırı görüşler olabilir. Bu görüşleri metezori susturma eğilimi yanlış olur. O tip insanları dinlemeli, elimizden geliyorsa ikna edebilmeliyiz. İkna edemiyorsak da zor kullanmak zorunda değiliz.

            Milli ve toplumsal değerlerimizi insanımıza anlatabilmemiz için etkin bir eğitim sistemine sahip olmak durumundayız. Kendi insanını kendi değerleriyle eğitmeyen toplumlar kültür emperyalizminin acımasız baskısı altında örselenmeye mahkum olurlar.

            Çok şükür köklü bir milletiz ve kendi değerlerimizden ne kadar uzaklaştırılmaya çalışan olursa olsun, başka milletlerde pek fazla görülmeyen bir metanet ve dirence sahibiz. Kurtuluş Savaşında olduğu gibi her yıkılışımızda daha güçlü bir şekilde ayağa kalkabiliyoruz.

            Bir de şunu görmemiz gerekiyor. Tarih sahnesinde hiçbir millet bizim gördüğümüz dıştan zayıflatma çabalarıyla karşı karşıya kalmamıştır. Zaten bu kadar yıpratma, zayıflatma ve zayıflatma çabası karşısında bizden başka hiçbir millet ayakta kalamazdı.

            Bütün mesele güçlü duruşumuzu pekiştirerek, bu milletin hak ettiği tüm menfaatleri elde etmesini sağlamak olmalıdır. Aslında bu hiçte zor değil bu millet için.

Sadece bu milleti Mustafa Kemal ATATÜRK gibi bir önderin şahlandırması gerekiyor.