Yaşanılan mekânların kendilerine has enerjilerinin olduğunu düşünüyorum. Yaşadığımız yer her neresi olursa olsun (köy, kasaba, ilçe, il, vs.) insana yansıttığı enerji hayata bakışımızı, yaşama biçimimizi bir anlamda değiştiriyor.
            Mekânların enerjisinden olsa gerek, yaşadığım şehirden bir başka beldeye gittiğimde kendimi farklı hissederim.
Daha vasıtaya biner binmez ruh halim değişmeye başlar. Alışkanlıklarım değişir. Örneğin uyku saatlerim farklılık göstermeye başlar. Ruh dünyamda hissettiklerimin farklılaşmaya başladığını düşünürüm.
            Kimi beldelerde fazla mistik enerjiyle dolduğumu hissederken, bazı beldelerde daha dünyevi duygulara kapılırım.
Bir başka beldede ise kendimi münzevi bir iklimin içerisinde bulurken, bir diğer beldede şen şakrak oluveririm.
            Nasıl çevremiz yaşantımızı etkiliyorsa yaşadığımız mekânda o oranda etkiliyor yaşantımızı.
            Mekânların ruhunun olduğu gerçeğine götürür bu yaşadıklarım beni…
Aklıma İstanbul gelir sonrasında. Edebiyatımızda İstanbul üzerine birçok eserin olması, birçok yazar ve şairin İstanbul ‘a âşık olmasını hatırlarım. İstanbul ‘un enerjisinin edebi bir yoğunluğa sahip olduğu sonucuna varırım.
            Bedensel özelliklerimiz yanında kimlik ve kişiliğimizin oluşmasında yaşadığımız mekânın tesiri yadsınamaz. Umre ve hacca gidenlerden dinlediklerimde bu inancımı desteklemiştir her daim.
            Dünya edebiyatında da mekânların etkisini eserlerde görmek mümkün. Paris, tıpkı İstanbul gibi kendinde yaşayanları cazibesi altına almış şehirlerdendir örneğin.
            Kişi mutlu olacağı mekânı seçme özgürlüğüne kısmen de olsa sahip günümüzde. Lakin hayat koşulları kişinin bu özgürlüğünü kullanmasında elini kolunu bağlıyor. Özellikle iş imkânlarının kısıtlı olduğu günümüzde çalışacağımız işi özgürce seçmemizin zorluğundan, arzu ettiğimiz beldelerde yaşam imkânını biraz zor buluyoruz.
            Memuriyetin temel iş kapısı olduğu ülkemizde yaşayacağımız beldeyi seçme şansına pek çok kere sahip olamadığımız bir gerçek. Öncelikle işimiz olsunda nerede olursa olsun düşüncesindeyiz. Cesaretimizde olmayınca karşımıza çıkan ilk işe boyun eğip, hayatımızın geri kalanını sıradanlığın deresinde bir balık misali yaşayıp gidiyoruz.
            Mekânlar deyince aklıma bir de çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım gelir…
Henüz bulunduğum şehirden başka bir yer görmediğim o vakitler farklı şehirlerin insanlarını benim yaşadığım şehirden farklı insanlar olarak algılar, merak ederdim. Tatillerde başka yerlerden gelen insanların farklı olduğunu hissederdim. Özellikle Büyükşehirlerden gelenler karşısında; onları daha modern algılayıp eziklik hissettiğim durumları hatırlıyorum.
            Başka memleketlerin insanlarını nasıl algıladığımı varın siz tahmin edin…
            Bugün doğup büyüdüğüm şehirden farklı bir şehirde yaşıyorum. Kendimde yaşadığım mekânın etkisiyle değişiklerin olduğunu biliyorum. Konuşmam, olaylar karşısında takındığım tavır değişikliklerini söyleyebilirim bu konuda.
Hasbelkader değişik memleketler görme fırsatımda oldu…
            Mekânlar değişik olsa da insan her yerde aynı insan. Sadece kültürel farklılıklar var. Gerisi aynı; ağlayan, gülen, kızan insanlar…
            Birde değişen sosyal ve teknolojik imkânlar. Bu anlamda gelişmiş toplumların insanı yaşadığı mekânın imkânlarından saha fazla yararlanıyor.
            Gerçi maddi refahın getireceği mutluluğun da göreceli olduğunu söyleyebilirim. Önemli olan hayattan zevk alarak mutlu olmak ise tercih kişiye göre değişir.
            Şartların zorladığı anormal büyüyen şehirlerin bozulan büyüsü içerisinde insanın mutluluğu yitik bir mal gibi.
            Yitik mutluluğu aramakla mı geçiyor ömrümüz ne?