Geçenlerde Tire’deki Asri Mezarlığa gitmiştim, orada insan suretinde bir şeytanla karşılaştım. Şeytan çok neşeliydi. Hemen sordum: "Bu ne hâl?" "Altın devrimi yaşıyorum" diye cevap verdi şeytan. "Ne demek istiyorsun?" dedim, "Asırlarca ahir zaman dedim durdum. Şimdi artık mutluyum. O Asr-ı Saadet'te neler çektiğimi bir ben bilirim. Hangi sahabeyi görsem kaçardım. Hele Ömer’i görünce saklanacak delik arar, yolumu değiştirirdim. Daha sonra da rahat yüzü gördüm sayılmaz. Sahabeler gitti, ilmiyle amil âlimler geldi. Bana rahat yüzü mü gösterdiler? Rahat edeceğimi sandım. Ne gezer. Şimdi altın devrimi yaşıyorum. Şeytan, daha sonra da bir nara atarak "Gün benim, devran benim" diye ekledi. Artık anlamıştım iyice, onun şeytan olduğunu.
"Milyonlarca, milyarlarca insanı nasıl yoldan çıkarıyorsun? Bunu hangi kuvvetle yapıyorsun?" diye sordum. Şeytan bir kahkaha savurdu: "Allah'ın onlara verdiği kuvvetle!" "Nasıl olur!" "Anlatayım," dedi şeytan. "İnsandaki bütün uzuvlar, duygular, verilen bütün hisler, kuvvetler hep Allah'ın ihsanıdır. Fakat ben insandaki Allah inancını bozuyorum. İçine vesvese atıyor, ne lâzımsa yapıyorum. Oyunlar tezgâhlıyor, tuzaklar kuruyorum. Sonunda bana uyarsa, Allah'ın bu ihsanlarını benim istediğim yönde kullanıyorum."
"Demek sen Allah'ı biliyorsun?" diyerek hayretimi belirttim. Şeytan acı acı gülerek; "Öyle lâf ediyorsun ki şaşıyorum" dedi. "Hiç bilinmeyen bir Zat’a isyan edilir mi? Onu bilmeyen mi var? Ama kimisi Kur'an'ı dinler, emirlerine uyar. Kimisi de beni dinler, isyan yolunu tutar. Bu ayrı mesele. "Bu arada şeytana silahlarını sordum. "Bunları ezberlemeye hafızan yetmez," dedi şeytan. "En çok kullandıklarım dünya sevgisi, benlik davası, şehvet, gazap, hırs, haset, riya. Herkesin nabzına göre şerbet veririm. Birine aldanmazsa, diğerini sunarım. Kendime bağlayıncaya kadar peşini bırakmam. Bunu başardım mı işim kolaylaşır. Artık ben o kişinin ardına düşmem. 0 beni takip eder."
Şeytan beni bir kabre götürerek "Bak" dedi. Toprağın altı da, üstü gibi seyredilebiliyordu. "Şu var ya," dedi, "Bil bakalım, erkek mi, kadın mı?" "Ne bileyim ben," diye cevap verdim. Şeytan "vaktiyle" dedi, "şu kemikler bir kadının, şu ileridekine de bir delikanlının bedenleri sarılıydı. İkisini de rahatlıkla parmağımda oynatıyordum. Bu kâinatı, ondaki harika hadiseleri, insanın mükemmel yaratılışını, ölümü, hesap gününü, kısacası, her hakikati unutturdum onlara. Şehvetten başka bir şey düşünmez oldular. Bir ömür boyu hayvan gibi yaşadılar. Şimdi de azap çekiyorlar."
Mezarlıkta biraz ilerledik. Şeytan bir başka kabri gösterdi: "Bil bakayım," dedi, bu kemikler zengin kemiği mi, fakir kemiği mi?" "Kemiklerden bir şey anlaşılmıyor" dedim. Ama mezar taşından bu şahsın vaktiyle zengin biri olduğu belli idi. "Evet," diye cevap verdi şeytan. "Ben bu adamı servetiyle gururlandırdım. Mal sevgisi gönlünde o kadar yer etti ki, bir işini bırakıp, diğerine koşuyor, rüyalarında bile parayla uğraşıyordu. Ona rahat yüzü göstermedim. Gayri meşru kazançların peşinde koşturdum. Zalim ettim, hırsız ettim, mağrur ettim... Bunlar onu mahvetmeye yetti; şimdi hesap vermekle meşgul”.
Şimdi artık mutluyum dedi şeytan. İnsanlara yaptıklarını süslü gösteriyorum. Namaz kılsalar, oruç tutsalar da, ibadetlerini gösteriş ve şirk ile ifsat ediyorum. İşin garip tarafı da kendilerini Müslüman zannediyorlar… Uzun bir hayatlarının olduğunu söyleyip, dünyalıklar ile aldatıyorum dedi şeytan.
Bu konuşmaları dinlerken içimde bir sıkıntı belirmiş ve şeytanın beni ümitsizliğe düşürmek istediğini anlamıştım. Elbette daha fazla konuşturamazdım; "Her kışın bir baharı, her gecenin bir sabahı vardır." diye başladım söze. "işte şimdi bu bahara girmek üzereyiz. Sözünü ettiğin aldattığın insanlara bedel İslam için, Allah için gece gündüz çalışan çırpınan, gözyaşı döken yeni bir Müslüman gençlik daha yetişiyor. Hem de akıl almaz bir hızla. Bunu sen de biliyorsun. Nitekim onlarla durmadan uğraşıyorsun. Öyle değil mi?" Şeytan söylediklerimi inkâr edemezdi. Ve yanımdan ayrılırken "evet" dedi biliyorum. Ama yine de onlarla uğraşacağım." deyip, kaybolması bir oldu.
