İman, bütün dünya Müslümanlarının ortak bilinci, ortak inancıdır. Allah birdir, eşi ve ortağı yoktur. Yerlerin ve göklerin yegane Rabbi’dir. Hazreti Muhammed Mustafa (s.a.v.) Allah'ın kulu ve son Resulüdür. Kur'an-ı Kerim haktır ve kıyamete kadar tüm dünya insanlarını Rabbani bir hayat tarzına, dolayısıyla ebedi kurtuluşa davet etmektedir. Diğer İlahi kitaplara, peygamberlere, meleklere, kadere ve gaybe inanma ile şekillenen bu İman; Müslümanların, müslümanca yaşama gücü, zorluk ve güçlüklere karşı dayanabilme yeteneğidir.
 
Bu duygudur, oruçlu insanı sabırla ve umutla bekleten, bu bilinçtir, işkence altındaki yiğit müslümanlara; “Allah Bir, Allah Bir...” dedirten, bu hakikattir. İnsanı mü'min ve müslüman yapan.
 
İman bu ve imanlı insan böyle ise, yaşanılan birçok olayı nasıl yorumlayabiliriz?
 
Küfrü yaşamalarına ve küfrü tasdik etmelerine rağmen; "Biz mü'miniz, biz müslümamz" diyen bu insanlar kimdir? Nasıl bir imana sahiptirler?
 
Alman asıllı bir müslüman kardeşimiz Türkiye'ye geldiğinde bu tuhaf durumu görmüş ve: “Müslüman olmazdan evvel Türkiye'ye gelseydim, müslümanlık budur zannedip müslüman olmazdım!.” demişti!.
 
Gerçekten bunlar müslüman mıydı veya müslümanlık bu muydu? Ne var ki Alman kardeşimizin yadırgadığı bu durum, birçok insanımız tarafından yadırganmamaktadır.
 
Çünkü inanç hürriyeti vardır!. İnanmak ve İnanmamak serbest olduğu gibi nasıl inanılacağı da serbest bırakılmıştır. Bu inanç hürriyetine göre, neye, nasıl inanılacağı sınırlandırılamazdı. İsteyen. İstediğine, istediği şekilde inanabilirdi!.
 
İnancın İslami hakikatlerden soyutlandığı, sapık kafalarca iğdiş edildiği toplumlarda, böylesine bir inanç hürriyeti yaşanmaktadır. Bu toplumlarda veya bu gruplarda amentüye göre kulluk yok, kulluğa göre amentüler vardır!.
 
İslami endişe ve sorumluluğu hisseden birçok kardeşimizin sosyal yaşantıda karşılaştıkları, çoğu kez de cevabını bulamadıkları bir soru vardır. Bu kardeşlerimiz derler ki:
 
“Allah'a inandığını söyleyen bir müslümana gidiyoruz. Bu müslümana inandığı Allah'ın razı olacağı dinden ve bu dinin müslümanlara yüklediği sorumluluktan bahsediyoruz. Ancak bu anlatılanları dinlemelerine rağmen kendilerinde bir depreniş, bir silkelenme, bir harekete geçme yok neden?”
 
Allah'a inandıklarını söyleyen bu insanlar, inandıkları Allah'ın emir ve nehiylerine neden teslim olmuyorlar? Allah'a inandıklarını söylemelerine rağmen neden Allah'tan korkmuyorlar, korkup sakınmıyorlar?
 
Çünkü bu insanların birçoğuna yanlış ve kısır telkinlerden kaynaklanan eksik bir iman telakkisi verilmiştir. Allah'a inandığını söyleyen on insanın kalbine nüfuz edilebilsek, belki de on değişik Allah telakkisi ile karşılaşılabiliriz!.
 
Zamanımızdaki iman anlayışını incelediğimizde, bu anlayışın Kur’an-ı Kerim’e göre mi yoksa geleneksel dine göre mi olduğuna bakmamız gerekir. Sonuç olarak; Allah’ın dini İslama göre olmadığı sürece ezberlediğimiz iman kelimeleri bize fayda sağlamayacaktır.