Usame Bin Ladin’in ispatlanamayan öldürüldüğü iddiasını bir kenara bırakırsak haftaya damgasını vuran olayların başında İzmir’de yapılan belediye operasyonları geliyor. Operasyonda onlarca bürokrat sorguya alındı çoğunluğu tutuklandı. Olanlar karşısında siyasiler kendi menfaatlerince yorumda bulundu. İktidar partisine mensup siyasiler seçime çeyrek kala yaşanan olayların demokrasi anlayışına ve güçler ayrılığı ilkelerine ters düşeceği ve kendilerine kan kaybettireceği korkusuyla “zamanlama açısından doğru bulmadıklarını” açıklarken, muhalif parti mensupları da “kendilerini zayıflatmak için iktidarın komplosuna kurban gittikleri” iddiasında bulundu. Yasa dışı bir işlem ve eylem varsa bunun cezalandırılması için yargının üzerine düşeni yapması gerektiğini düşünüyorum. Ortada haksız kazanç ya da kaba tabirle bir hırsızlık varsa elbette suçlular ortaya çıkartılmalı ve cezalandırılmalıdır.

 

Olanlar karşısında en çok dikkatimi çekense tüm bu gelişmelerin kaynağının İzmirli gazeteci Süleyman Gençel’in Büyükşehir Belediyesi’nde görevli bir müdürle yediği (!) belki de yemediği bir yemeğin anlatıldığı “yemekteyiz” yazı dizisi olması. Okuyanlar bilir Süleyman Gençel bu yazı dizisiyle Büyükşehir Belediyesi’ndeki bazı iddiaları ortaya koymuştu. Bu yazılar üzerine duruma el atan Cumhuriyet Savcılığı’nın yaptığı soruşturma ile bugüne kadar gelindi. İşte basının ne kadar önemli ve güçlü olduğunun somut bir örneği.

 

Yaşananlar bir süre önce bir müdürle yediğim akşam yemeğini hatırlattı. Arada sohbet ettiğimiz müdür bey “uzun zamandır görüşüp konuşamıyoruz, iki duble rakıdan mı korkuyorsun?” deyince ben de “zevkle müdürüm, yemeğin lafı mı olur, ben içmem de sana söylerim.” dedim ve kendisiyle akşam yemeği için sözleştik. Randevu saati gelip müdürümü alıp aracın direksiyonunu Ödemiş Belediyesi’nin elden geçirdiği ve yine kendi eliyle işlettiği Ahrandı Aile Restoranı’na  doğru kırdım. Konuşacağımız mevzuların derinliğinden mi yoksa hukukçu ve gazeteci olmam nedeniyle mi bilmem? Müdürüm başka bir mekana gitmek istedi. Ben de Ahrandı’nın girişindeki kamerayı kastederek “benimle görüntülenmekten mi korkuyorsun?” diye gülerek yönelttiğim soruma “ne münasebet, bugün berberler ve kuaförler odasının yemeği varmış, rahat edemeyiz diye düşündüm” diye cevap verdi.

Mekâna doğru yol alırken sohbete devam ettik. Müdürüm gülerek sorduğum soruyu ciddiye mi aldı bilmem konuyu son zamanlarda sıkça dile getirilen mobese, gizli kamera görüntüleri, telefon dinlemeleri ve bunların neticesinde yapılan operasyonlara getirdi. “Anıl’cığım sen bile gündemi meşgul eden bu kayıtlar ve görüntülerle ilgili şaka yapıyorsun. İnsanlarda bir paranoya oluştu. Herkes gizli görüntüsü olup olmadığından, telefonlarının dinlenip dinlenmediğinden şüphe eder hale geldi.” deyince ben de “hukuksal zeminde bu gibi uygulamalar gerçekleri ortaya çıkarıyor, ateş olmayan yerden duman çıkmaz değil mi müdürüm?” diye sordum. Bu kez müdürüm “aslında haklısın, eden bulur,  afedersin püsürüklü olanlar düşünsün, benim korkum yok, kim ne yaptıysa gün gelip ortaya çıkacak! Adama mevkii vermişler, yetki vermişler, az ya da çok devlet parasını da ödüyor, ne demeye usulsüzlük yapıyorsun ki?” dedi. E doğru söze ne denir?

 

Gazetecilik damarım kabarınca konuyu derinlemesine konuşmak için sohbeti koyulaştıracaktım ki yemek yiyeceğimiz mekana geliverdik. Merakımı ve gazetecilik heyecanımı bir süreliğine içime atarak restorandan içeri girdik. Bizi tanımasalar da iyi bir karşılamayla güzel bir masaya oturtulduk. Mekanı keşfederken bir an önce servisin yapılması ve derinleşen sohbetin başlaması için gözlerim şefi aradı. Kısa bir göz kontağıyla şef yanımıza geldi.  

 

Ooo sayfanın sonuna gelivermişim. Bana ayrılan köşem bu kadarla sınırlı olduğu için yemekte neler yediğimizi, neler konuştuğumuzu da önümüzdeki haftalarda sizlerle paylaşmaya devam edeceğim. Haftaya görüşmek üzere, esen kalın…