Geçtiğimiz hafta gazetemizde yazan kalemi oldukça kuvvetli bir meslektaşım, ‘Sence bu hafta ne yazayım’ diye sordu. Yazası gelmeyince böyle bir yola başvurmuş. Ben başta olmak üzere, arkadaşlarının kendisine verdiği fikirleri derleyerek keyifli bir yazı yazmış, tebrik ederim.

Yazmak Allah vergisi bir yetenek. Kimisinde az, kimisinde çok, bendenizde naçizane az şekerli. Çok şeye tanık olmamıza rağmen, bir konuya konsantre olamayınca, daha ötesi yazmak istediğiniz konuyu yüreğinizin en derininde hissetmeyince, ne kadar yazmak isterseniz bir o kadar başlayıp başlayıp yarım bırakıyorsunuz. Ben ki çok yazı yazmakla birlikte en usturuplu, deyim yerindeyse tam onikiden vuran yazılarımı nerde nasıl yazıyorum bilmek istemezsiniz. Hani Türk’ün aklına orda gelir ya… Gülmeyin, gerçekten öyle.
Yazmak bazen kolay da açık açık anlatmak istediklerinizi ortaya koymanıza rağmen insanların sizi bir yere koyup da yazılara anlam vermeye çalışması yok mu? Bu da en kötüsü. Bakıyorsunuz eğri, eğri diye yazıyorsunuz yandınız. Gözünüzün önünde doğru duruyor, doğru diyerek yazıyorsunuz yine yandınız. İnsanlarımız halen daha eğriyi doğruyu kimin yaptığına bakarak değerlendiriyorlar. Artık o hale geldik ki siyasi bir rakibimiz Allah bir diyerek afiş bastırsa haşa sümme haşa ikiiiiiiiii, yalancı bunlar diyecek hale gelindi. Herkes mi? Değil elbette de, ben şimdi o bu diye yine ayırmayayım.
Tayfur Çiçek’le yattık, Tayfur Çiçek’le kalktık aylarca. Yazdık. Birçoğu yazdıklarımın doğruluğu yerine neden yazdığıma kafa yordu. Yanlış yapıyor dedim, sen yanında ne arıyorsun dediler. Ayrıldım, şu suçu işliyor dedim, kovdu ondan yazıyorsun dediler. Sigortasız işçi çalıştırdı, fakir kağıdı ile ulufe dağıttı dedim, onlar gönüllüymüş atma dediler. Yapıyı diktirdi 210 metrekare kapalı alan büfe olur mu dedim, insanları iş sahibi yaptı kötü mü dediler. Binayı dikti, işletildi, imarı üç ay sonra çıktı meclisten, meclis üyeleri kuzu kuzu onayladı, bitmiş binaya imar izni verdi, meclis uyum içinde çalıştı ne var dediler. Deve güreşleri için para harcayacak, bütçe komisyonuna gitmedi dedim, turist gelecek, Tire tanınacak dediler. Dükkan yaptı, mahkeme durun dedi ben de, durmadı aha da çalışıyor işçiler dedim, yalan söylüyor diye mahkemeye verdiler, tekzip yedik, itiraz ettik, kabul edilmedi, savcı haber doğru dedi, aklandık, yani Tayfur Çiçek durmamış dedi, kimse dönüp de vay neden durmadın demedi.
Meydanlarda satmayacağız dedi, satıyor diyerek İlhan Ağat engel oldu, CHP köpürdü, AK Parti satmasın dedi, yetkileri alındı. İlhan Ağat’a (İlhan bey tüpgaz bayii) zabıta gitti, tüp motorları çarşı içerisine giriyor diyerek ceza yazdı. Aferin, görevini yaptı zabıta. Dedim ki Tayfur Çiçek iki yıldır iktidarda. Beş yıl da öncesi var, eder yedi. Yedi yıldır o motorlar oraya giriyor (üstelik daha öncesi de var), yeni yasa çıktı damı suç oldu? Görevini yapıyor, yapmasın mı dediler? Ne hikmetse, oraya gelinceye kadar hemen önlerinden geçtikleri iki fırının önüne kadar gelmiş, gelmekle kalmayıp yayaların bile geçemeyeceği şekilde yolu kapatmış fırıncı kamyonetlerini göremediler. O fırıncılar satış kararına engel olmadı, o yüzden dedim. Sen de her şeye muhalefetsin dediler.
Tirespor’u göz göre göre yedirdi, sadece ve sadece Sinemacı Mehmet’le hesaplaşabilmek için oğlunu Tirespor’da harcadı, Tirespor’u da harcadı dedim, bi’şeyden de anlama, Tirespor düşmanı, Tire düşmanı dediler.
Mahkeme eczane yerleriyle ilgili tüm kararları iptal etti, satış yetkisini de iptal etti, yeniden satış yetkisi almalı, ihale tekrarlanmalı dedim, adamlar Tire yararına iş yapıyor, hem üniversiteden hocaya danışmış dediler. Satış yetkisi iptal edilmiş ihaleye atfen tapu verdi, görevini suiistimal etti, ihbar ediyorum dedim, tepeden tırnağa kimseden tık yok!
Adam haklı, kim mi? Geçtiğimiz gün bir siyasi parti köy gezisine davet etti. Ben de bu davete icabet ettim. Anlattılar köylüye, ulaşım, sağlık, eğitim, adalet, tarımda yapılanlar, eksikler, tam köylü hak vermişti derken vatandaşın biri zart diye daldı konuya, ‘Omuyoooo!’. Soruyorlar, amca ne olmuyor. Ooomuyo gaadeşim oomuyo. Ne olmuyo amca!!. Anlatman oomuyo, benim ooomuyo. İyi de amca ne olmuyor. Beni emekli edemiyolaaa. Amca af var, başvur. Başvuuudum oomuyo.
Hakikaten, amca başını nereye vurduysa ben de baktım ki olmuyor, haklı, zil ve zurna tam kadro amcada misafir. Sonradan iyice sorduk kendisine. Ben de devreye girdim, ‘Amca olmayan neyse anlat, manşetten yazacağım seni’ dedim. Amcamız 3 kamyonu içerken, gezerken, tozarken yemiş. En başta vergi dairesinden şikâyetçi, vergi alıyor diyor. Ömründe üçbeş kere prim yatırmış. Geçtiğimiz dönemdeki bir affa başvurmuş, ödemek istemediği çalışma dönemlerini yok saydırmış, kalan varsayılan çalışma dönemi borçlarının da hiçbirisini yatırmamış. Diyor ki, ‘Oooomuyo’.
Eh be amcacım, sen bir de beni görsen, ne yazdıysam, ne anlattıysam, bir türlü benimki de
oooomuuyoooo!
(not: orda yazmadım)