28 Şubat postmodern darbesinin üzerinden yıllar geçse de tıpkı 12 Eylül’ün izlerinin durduğu gibi, bunun da izleri duruyor belleklerde. Özellikle daha dün gibi hatırlıyorum Cumhuriyet mitinglerini İzmir’deki. Sözüm ona eğitimli, laik, çağdaş, kültürlü ‘Eğitimcilerin’, ellerinde taşıdıkları pankartları okuduğumda duyduğum ürpertiyi hala hissediyorum:
‘Ordu göreve’
Her zaman hukuktan, hukukun üstünlüğünden, adaletten dem vuranların, canları istediğinde orduyu göreve çağırmaları hazmedilir gibi değil. Bu ülke koalisyon hükümetlerinden bezmişken hiç kimsenin çıkıp da orduyu ya da bir başka kurumları duruma el koymaya çağırdığını hatırlamıyorum.
Dikkatli bakınca burada başka nüanslar da çarpıyor göze. Ordu da bu durumdan hoşnuttu! Kelli felli komutanlar, terörle mücadele için kendilerini geliştirmek yerine, bugün de açıkça ortaya çıktığı gibi, halkın çoğunluğu ile iktidara gelen, lakin dindar olan insanları nasıl yerle bir edebiliriz, halkın gözünde nasıl küçük düşürebiliriz? Bunlarla uğraşmışlar. İşyerinizde ekser ortakların oyu ile göreve getirilen yönetim kurulu başkanının altını oymak için maaşlı bir personel türlü entrikalara başvursa akıbeti ne olur bir düşünün hele. Bir de kendinizi o başkanın yerine koyun…
Ben de yıllardır aynısını düşünüyorum;
‘Ordu göreve’.
Elbette ki sipariş verilmiş hukuk dışı görevlere değil! Asli görevine! Kışlasına!
Bu noktada üzüldüğüm ordunun imajının zedeleniyor oluşu. Bundan sakın ola ki şu anlaşılmasın, ‘Efendim işte bu işler olunca, komutanlar sorgulanınca herkes orduya yükleniyor, terör hortluyor vsvs’. Uzaktan yakından alakası bile yok!
Anlamamakta ısrar edenler başta olmak üzere, geçmişteki söylemlerini birer birer unutma gayretine girmiş bunak Demirel’e de hatırlatmak istiyorum.
Rahmetli Özal’ın sağlığında darbe yasaklıları için, yasaklar kalksın ya da kalkmasın şeklinde referandum vardı. O dönemde İzmir Cumhuriyet Meydanı’na gelen Demirel aynen şöyle anlatıyordu otobüsün üzerinden:
‘İngiltere ihtilal yapan üç beş şerefsiz paşayı tam 300 yıl sonra yargılayıp idama mahkum ediyorlar. Ondan sonra da mezardan kalan kemiklerini çıkartıp aleme ibret olsun diye sallandırdılar. Bu ülkede ihtilal yapmaya bir daha cesaret eden olur muuuuuu?’… ‘Ooomaaaaaaaaaaaz’.İşte o zamanki Demirel’i bilmeyen gençlik görsün ki bugünkü kıvırtan Demirel’le arasındaki farkı anlasın.
Niye tekrar tekrar yazıyorum?
Geçen referandumda ısrarla Kenan Evren için, ‘Zamanaşımı’, ‘Yaşlı’, ‘Kanun müsait değil’ gibi hayasız söylemlerle yargılanamayacağı yönünde anasıyla, yavrusuyla, babasıyla görüş bildiren muhalefet bugün peşi sıra davaya müdahil olma gayretinde ya…
Acaba diyorum, Demirel de mağdur oldu ya bu ihtilalde. Müdahil olur mu davaya?
12 Eylül’de sağcısı, solcusu, ülkücüsü, dindarı kim varsa asıp kestiler. Oysa 28 Şubat için durum çok çok farklı. Laiklik adına sadece milletine, ülkesine, dinine bağlı insanları asıp kestiler ruhsal ve ekonomik açıdan.Namaz kılıyor mu? Oruç tutuyor mu? Zekat veriyor mu? Kur’an okuyor mu? Hele hele kırmızı kitapları okuyor mu? Anası, babası, teyzesi, kardeşi bu sayılanlardan birini yapıyor mu?
Yapıyorsa ordudan atarsın, kamu kurumlarından atarsın, beş parasız ortada bırakırsın, hiçbir özlük hakkını iade etmezsin?
Amaç ne? Bu türden olanların nesli kurusun daha da kimse böyle olamasın!

Neden? Çünkü bunlar irticacı!

Ona irticacı denmez bre hödük!

Müslüman denir Müslüman!

Bir insana inancından dolayı bu kadar zulmü yapana da anca hain, insanlık düşmanı vsvs ne varsa onu derler. Sözün özü 28 Şubat dinsiz subayların, paşaların Müslüman ülkenin dindar insanlarına yaptığı bir zulümdür. 1000 yıl sürecek diyenlere de bu ülkenin muz cumhuriyeti değil, hukuk devleti olduğunu birileri hatırlatmaya başladı Allah’a şükür.

Şimdi buna rövanş demek doğru mu?

Valla ne derseniz deyin, herkes paşa paşa yaptığının hesabını versin. Paşa paşa otursun, paşa paşa anlatsın, paşa paşa yatsın. Devletin tankıyla devletin vatandaşına, amirine, kaymakamına, belediye başkanına posta’l koyanlar mı? Geçti paşa’m o günler.

Şimdi tam zamanı, paşa paşa yatmanın!