Bu soruyu bir dost meclisinde sorsak, konusuna göre bizi belki de önce çocukluğa götürür, sonra da suya götürür, susuz getirir falan.
İnsan yaradılışı itibari ile sadece etten kemikten, akıldan ibaret bir varlık olmadığı için; akılın yanı sıra vicdan, ruh, kalp, nefis gibi karar mekanizmaları da olduğundan yaşamı değerlendirme süreci de buna göre şekillenir. Her olaydaki algısı farklıdır. Aklınız yatar, kalbiniz yatmaz, ruhunuz daralır, vicdanınız sızlar, bunlar da yetmez nefis neler ister. Hani diyorlar ya şarkıda, ‘Ah canım ister…’…
Aslında insan için bu sorunun esas muhataplığı, yaradılışı ile ilgili. ‘Necisin, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun’. Bu soruların cevabını verebilmek kimine göre çok zor kimine göre çok kolay. Bu sorunun ve cevaplarının bilincinde olan Hz. Ömer’in kapısı çalınır bir gece. Gelen misafir tam konuşmaya başladıklarında özel işi için geldiğini söylediğinde, ‘Bir dakika’ der, elindeki kandili söndürür, penceredeki diğer kandili yakar. ‘Bu benim şahsi kandilim’ der.
Şahsi ihtiyaçları için yaptığı görüşmelerde devlet imkanlarını kullanmaktan imtina eden bu adalet timsallerinin bugün günümüze kadar gelen idarecilerin adalet anlayışları, hak ve hukuk gözetişleri incelenmeye değer. Bazen içi sızlayarak, bazen de gözleri dolarak izliyoruz vicdan sahipleri olarak.
20 kişilik içki masasında içilen 60 70’liğin, üzerinde yinen tüm yemeklerin faturasını 100 TL’ye yuvarlayabilen garsonlar ile, bunu sineye çeken idarecileri, kendisini seçenlere ana avrat söven idarecileri, vatandaşın suratına çiklet patlatanlara göz yumanları, kış günü gariban çalışanları kapı dışarı edip, üstüne gülenleri, işini yapmak yerine dağ bayır dolaşan çukur kazanları, onlarca hukuksuz karar imza atıp, ardından yasallaşması için orayı burayı peşkeş çekenleri izliyoruz, içimiz sızlayarak.
Sonra da diyoruz ki kendi kendimize,
Nereden nereye?
Aslında cevap da belli. Nereden geldiğin belki çok önemli değil ama,
Nereye gidecekleri belli.
Madem öyle, gömün gitsin…!