Uzunca bir tatil sürecinden sonra sizlerle köşemde buluşmaktan dolayı mutluyum. İnsanın yoğun iş temposu içerisinde, buram buram stres kokan çalışma ortamı ve konular arasında verdiği iş yapma ve yaşama mücadelesi bazen gerçekten yorucu oluyor. Burada beni nelerin yorduğunu merak etmediğinizi bilerek, yeniden merhaba dediğim günün 12 Eylül tarihine denk gelmiş olmasının üzerinde durarak, Kenan Paşa’nın sol kulağını bir parça çınlatmak isterim.
12 Eylül 1980 tarihinde sivil otoriteye baş kaldırarak ülke yönetimine, ‘Güven ve huzuru sağlamak sureti ile terörü bitirmek’ sloganıyla el koyan yerli Conan (Kenan Evren), TRT ekranı ve radyolarından matah bir iş yapmış gibi mağrur bir duruşla ‘….El koyduk’ demişti. Henüz 9 yaşında olmama rağmen bir şeylere konduğunun farkında idim. Gelin görün ki ‘konulan’ öyle yönetime el koyma değil, bu ülkenin geleceğine bir ipotekten başka bir şey değildi.
Klasik sabahlardan biriydi. Evin büyük çocuğu olarak fırından ekmek almak üzere sokağa çıktığım anda, ömründe ilk defa gördüğüm, Işık Paşa’nın deyimi ile bir ‘Boru’ üzerime çevrilmişti. O boru’nun arkasında duran kasketin, şapkanın adı her neyse altındaki bir dudaktan ‘Gir içeri’ sesini duyduğumda çaresiz geri dönmekle kalmayıp, 2.kattaki evimize indiğimin on katı hızla geri dönmüştüm. İhtilalle ilk tanışmam böyle olmuştu. Sonra malum, her zaman anlatıp durduğumuz sözde anlamsız olaylarla özde paşaların saltanatlarını devam ettirme tutkusundan başka bir şey değildi.
Askeri bir anayasa, güçleniyor denilerek sivil halkın üzerinde ‘Bunlar aptal bilmez, biz biliriz’ diyen, laikleşme adına dinsizleşen, ömrünü vatanına adamış dindar subayları birer birer ordudan atan, geleceklerini yok eden bir ordu-laşma süreci başlamıştı. Bu süreç 28 Şubat’ta ‘Şeriat geliyor’ diyerek çığırtan kesimlere destek veren Kemalizm kisvesi altında dindarları ezen, birer birer irticacı damgasıyla ihraç eden bir ordu-laşmaya taşıyacaktı kendini. Netekim Conan 12 Eylül sürecini anlatırken, hiç de utanmadan gocunmadan, ‘Bir sağdan, bir soldan, iki sağdan, iki soldan astık ki denge bozulmasın’ diyebilecekti…
’7 Ay boyunca telefonumu açmadılar’ diyen Süleyman Demirel ise, Siverek’teki olayları bastırmak için yardım talebi için aradığı Kenan Evren’in tam yedi ay telefonlarına çıkmadığını itiraf ederek, acınası sürecin ayak seslerini duyduğunu kamuoyu ile paylaşacaktı… Bu yetmeyecek, Kenan Evren de yine pervasızca ‘İhtilal olgunlaşsın diye yedi ay bekledik’ diyebilecekti.
Bunun Türkçesi, ‘Kan dökülmesini yedi ay izledik, yetmedi, üstüne ihtilal yapıp ülkeyi 20 yıl geri götürdük, yetmedi, binlerce litre kanı da biz döktük, sağcısı solcusu, ülkücüsü, Kürdü, Türkü, Lazı, Çerkezi, kim varsa seçtik seçtik katlettik’ olacaktı.
Bugün baktığımızda ise terörle mücadele adı altında harcanan paraların, paşalarına koç hediye etmek için helikopter havalandıran subayların kişisel yalakalıklarına gittiğini, tereyağı biten bir paşanın kahvaltısının eksik olmaması için yaralı askerler için kaldırılmayan skorskilerin kaldırıldığını gün geçtikçe üzülerek görüyor, öğreniyor ve bir ihtilalin aslında terörü durdurmak, bataklığını kurutmak yerine aksine körüklediğini ve zemin hazırladığını hep birlikte izliyoruz.
Neyse ki uzun bir süreçten bu yana, ülkeyi yeniden kaos ve ihtilal sürecine sürüklenen edepsiz paşaların birer birer hesap vermeye, ötesinde birbirlerini suçlayarak yaptıkları acınası itiraflarını her gün dehşetle izliyoruz.
Bu sürecin oluşmasında şüphesiz ki bir başka 12 Eylül tarihinde gerçekleştirilen Anayasa değişiklik paketinin payını vermemek olamaz. Bu süreçte ‘Kenan Evren yargılanamaz, zaman aşımına uğradı’ diyerek değişikliklerin ilk adımını önemsiz ve gereksiz gösterme gayretine girenlerin aslında farkında olmadan ihtilallere çanak tuttuklarını görememeleri ise gerçekten esef verici bir durumdur. Kenan Evren’in yaptıklarının zaman aşımına uğradığını öne sürenler, o dönemde işkenceden gözleri kör olmuş ülkücü ya da solcuların, kötürüm olmuş vatan evlatlarının veya babasını yitirmiş minik dimağların acılarının dindiğini söyleyebilecekler mi?
Bunu söyleyebilecek insanların, insan görünümlü vicdan yoksunu şuursuzlar olduğunu ifade etmekten öte bir şey elbette diyemeyiz. Kainattaki birbirinden farklı binlerce mahlukatı emrine musahhar ettiği insanların, bir ‘Menfaat Silsilesi’ için katledildiğini gören kainatın gerçek sahibi, bu hesapları elbette ki boşa çıkaracaktır, çıkarmıştır.
Bize düşen, demokrasiye ve insan haklarına bağlı kalarak sivilleşmektir. Biz bir sivil olarak nasıl ki askeri eğitimin düzenini yazamıyor isek, askeri kafaların da sivil otoritenin sınırlarını ve biçimini hakkaniyetli olarak çizebilmesini bekleyemeyiz. Aksine onlar bizim, sivillerin, sivil otoritenin memurlarıdır.
Bugün duyduğunuz ayak sesleri budur: Sivilleşmenin ayak sesleri.
Rahat olun, sakin kalın, sivil kalın.