Yazımızın 3. Ve son bölümünde de yine birlikteyiz. Her ne hikmetse, demokrasiyi ve özgürlükleri kendi tekellerine alma gayretinde olanların hazımsızlık yaşadığı bir süreç görüyorum ortada. Bazı öğretmenlerin işlerini doğru düzgün yapmak yerine içi boşaltılmış Cumhuriyeti kutlamalarını ve öncesinde de zırt pırt eylem yapmalarını eleştirmem bir hayli dokunmuş insanlara.
Geçen süreç içerisinde yolda görüp tebrik eden öğretmenler olduğu gibi, görüp sövenlere de rastladım. Üstelik iki yazının bütününü okumaktan aciz insanların yaptığı sövgüsel atraksiyonlar karşısında çocuklarımız için gerçekten üzüldüm. Öğretmen evine bir vesile ile uğradığımda, (Salı günleri balık kızartırlar) yüzlerce kelime ve eleştirinin arasından, “Güruh” kelimesini üzerine alınan bir öğretmen başladı söylenmeye, “Bana güruh diyen şerefsizdir”. Okudun mu yazıyı diyorum, ‘Okudum’ diyor. Nerde çıktı yazım, ‘Tire …. Gazetesinde’. Okumamışsın, ben Yerel Güç’te yazıyorum diyorum, ‘Farketmez’ diyor. Kimi kastettin bana onu söyle diyor,. İkinci yazımı okudun mu diyorum, ‘Farketmez, bana güruh diyen….’ Diye saydırmaya devam. Sadullah Coşar hocamız ‘Geçen bir şey okudum, şöyle yazmış…” derken keserdi sözü. Kim demiş, nerde demiş?? Bunlara cevap veremeyenleri oturtur konuşturmazdı. Neyse, ben de öyle yaptım. Yahu gelin de eleştirmeyin, bilgi eksik, kulaktan dolma, bol gazlı, alkol tavan, tartışma üslubu yok, kafa güzel önünde bir dosya ‘filanca sendika’ diye. Ben de sandım ki çocukların sınavlarını okuyor…
Bediiüzzaman Said Nursi, ne zaman Cumhuriyet kelimesini telaffuz etmiş ise, onu mutlaka olması gereken demokratik özellikleriyle birlikte düşünmüştür. Nitekim rejimin aleyhinde olduğu itham edildiğinde verdiği cevap bugün hepimiz için bir ders niteliğindedir: "Her hükümette muhalifler bulunur. Asayişe, emniyete ilişmemek şartıyla herkes vicdaniyle kalbiyle kabul ettiği bir metodu, bir fikri ile mes'ul olmaz" demektedir. Alın size ifade özgürlüğü. Yıllar öncesinden yapılan tarife kaç yıl daha kısmen gelebildiğimizi düşünsenize.
Said Nursi’nin özelliklerini sıraladığı yönetim, tam anlamıyla demokratik bir yönetimdir. Zira Cumhuriyet tek başına bunları sağlamaz. Cumhuriyet daha çok devletin kim tarafından idare edileceği ile ilgilidir. Nasıl idare edilmesi gerektiği o cumhuriyetin vasıfları ile ilgilidir. Bugün yeryüzünde ismen Cumhuriyet olduğu halde yönetimleri son derecede totaliter olan bir yığın ülke vardır. Öte yandan monarşi veya meşruti monarşi ile idare edilip de demokrasinin, insan hak ve hürriyetlerinin, din ve vicdan hürriyetinin en kamil manada yaşandığı ülkeler vardır. Bu iki çelişkili örnek, Cumhuriyetin vasıfları tamamlanmadan benim ilk yazıda kastettiğim ‘Altı boş cumhuriyet’ ifadesinin meramını açıkça anlatıyor. Bir kısım Cumhuriyetçilerin de, ‘Cumhuriyet kaldırılacak, bu ilk adımdır’ cayırtısındaki endişelerinin yersizliğini ortaya koyuyor. Kaldırılacak olan bir şey yok. Cumhuriyet devam edecektir. Bununla birlikte, eksik kalan vasıfları tamamlanacaktır. Yani Türkiye’de, demokrasi, insan hak ve hürriyetleri, din ve vicdan hürriyetinin tam anlamıyla hayata geçirileceği bir süreç başlamıştır. Bunun da geri dönüşü yoktur. Sırf birileri korkuyor diye, hiç kimsenin insanların haklarını gasp etmelerine müsaade edilmeyecektir elbette…
Bediüzzaman, cumhuriyeti, bugün anayasamızda sözü edilen demokratik, laik, sosyal ve hukukun üstünlüğüne dayalı vasıfları ile birlikte ele almakta; değerlendirmelerini ve şikayetlerini ona göre yapmaktadır. "Madem ki hürriyetin en geniş şekli cumhuriyettir" cümlesindeki cumhuriyet, demokratik sıfatından arındırılırsa buradaki tarifi karşılamaz.
Bediüzzaman, demokrasilerdeki çoğulculuğu, cumhuriyetin de olmazsa olmaz vasfı kabul eder. "Dünyada hiçbir hükümet var mıdır ki, bütün, bir tek kanaat-ı siyasiyede bulunsun?" sorusunu mahkeme heyetine soran Üstat, başkasının hürriyetine ilişmemek şartıyla hiçbir görüş ve kanaatin ifade edilmesine, yazılmasına engel olunmayacağını beyan açıkça beyan eder.
Bugün ülkemizde en yoğun tartışmalardan biri Cumhuriyetimizin laik vasfı ve laiklik uygulamaları üzerine yapılmaktadır. Bediüzzaman 60 küsur yıl önce Batılı anlamdaki laikliğin çok net bir tarifini yaparak laikliği din düşmanlığı şeklinde anlayan ve uygulayan, bugün "laikçi" denen tavra şiddetle karşı çıkar.
"Eğer laik cumhuriyeti soruyorsanız, ben biliyorum ki, laik manası, bitaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturiyle, dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükümet telakki ederim" ifadesiyle de laikliği tanımlar. Yani der ki, “Dünya hayatını ahretini düşünmeksizin yaşayanlara ilişmediğiniz gibi, dünyasını ahret uğruna feda eden ve yaşayanlara da ilişmeyin, tarafsız kalın”.
Laik ülkelerde, devletin dinler, mezhepler ve idolojiler karşısında eşit mesafede olduğu, ancak bir din, mezhep, grup veya kanaat mensubunun diğerlerine karşı zor ve şiddet kullanması durumunda devletin müdahil olması gerektiği halde, Bediüzzaman, laiklik perdesi altında bazı devlet görevlilerinin dinsizlere yardım ettiğini bunun da devletin laik vasfı ile bağdaşmadığını söyler. Devleti bu meselede hakem konumunda görmek istediğini ve olması gerekenin de bu olduğunu ısrarla vurgular; "Hükümet-i Cumhuriye, bizim ile o müfsidler mabeyninde hakem hükmünü alsın. Hangimiz zalim ise ve tecavüz ediyorsa; o vakit hakim hükmünü versin ve hakimlik noktasında hükmünü icra etsin”
Evet, inkar edilmez ki; kainatta, dinsizlik ile dindarlık, Hazreti Adem zamanından beri yaşanıp geliyor ve kıyamete kadar da gidecektir. “Bu meselemizin künhüne vakıf olan herkes, bize olan bu hücumun doğrudan doğruya dinsizlik hesabına dindarlığa bir taarruz olduğunu anlar” diyen Üstat, laiklik etiketi altında, dinsizliği körükleyen ve dindarlara, dininin gereğini yerine getirenlere yapılan zulmü anlatır. Bkz: Kamusal alan…
Her vesile ile kuvvetin hakka hizmetkar olması gerektiğini, kuvvetin hakta olduğunu, ancak müstebit (baskıcı) rejimlerde hakkın kuvvete mağlup olduğunu dile getiren Bediüzzaman, Cumhuriyet döneminde kanun namına yapılan kanunsuzluklardan, kanunların uygulanmasındaki çifte standarttan şikayet eder. Kuvvetin hukukun emrinde olması gerektiğini, aksi takdirde her tarafı çeşit çeşit istibtadların (baskıcıların) saracağını söyleyen Said Nursi, yarım asır önce demokratik hukuk devletinin olmazsa olmaz prensiplerini yetkililere adeta ders vermiştir.
Devamı yakında…