Yaklaşık üç aylık bir tatil sürecinin ardından siz okurlarımla buluşmanın heyecanı paçalarımdan akıyor inanın. Benim yokluğumda meydanı boş bulanlar, boş buldukları meydanda diledikleri gibi cirit oynayanlar, hakkımda kalemini sattı acaba kaça gitti diye kendine dert edinenler almış başını yürümüş.
Ne kalemim satıldı, ne de ben satıldım, sevenlerim hiç üzülmesin, düşmanlarım da sevinmesin. Elhamdülillah, döndüğümde baktım ki hiç bir şey değişmemiş, hatta herkes maharetli siyasi manevraları ile eşini dostunu saraya yerleştirmiş. Ama yapamadıkları tek şey kalemimi satın alacak döviz henüz icat edilmemiş.
Boş geçen tatilimde biraz okudum araştırdım, baktım kendi kendime sordum. Oğlum İlker dedim kendime “Senin ne zorun var bu padişahla, soytarılarıyla”. . Ne alıp veremediğin var bir cevap ver hele dedim. Bir türkü tutturmuşsun yok saray, yok saltanat, yok mülkçü, yok lastikçi.
Demesine dedim de nasıl tutturmam ki?
Bir geldim tatilden abuk subuk diziler türemiş. En dikkat çekici olanı da “Yarmagül’ün suçu ne?”. Eeee, sen Bitter olarak işin suyunu çıkar, ondan sonra “Ben Yarmagül’üm, benim suçum ne diye ağla”. Kimse kusura bakmasın. O kadar ettiğinden sonra, biraz da çekeceksin.
Hayır, efendim ne alakası var demeyin. Çok alakası var. Şimdi bizim sarayın padişahı tahta ilk çıkışında yönetim tarzı ile meşveret heyetini tıraşlaması ile zaten halkın tepkisini çekmişti. Kendisini tahttan indiren, yerine geçen padişahın halktan uzak oluşu, kendisinin halkın içinde “Ben artık değiştim, bambaşka bir padişah olacağım, meşveretim ne derse o olacak, kendi başıma tek bir karar alırsam namerdim. Ne mülkçü tanırım, ne lastikçi, ne filmci bilirim ne de yollukçu. Hiç biri sarayın 150 arşın yakınından geçemeyecekler” şeklinde samimi sözlerde konuşması malum kendisini ikinci kez tahta çıkarmıştı.
Gelin görün ki kazın ayağı öyle değil. Bu padişah var ya bu padişah, kimle işim olmaz dediyse maşallah hepsiyle işi oldu. Hem öyle az buz da değil. Bir kere lastikçi ile öyle işleri oldu ki aklınız şaşar. Yahu bana ne diyeceğim, hatta demiştim. Gelin görün ki lastikçi iki kerimesini de sarayda işe başlatmış. Biri 3 Bin akçe aylık nemalanır, diğerinin ondan kalır yanı yok.
Taktım ben bu lastikçiye. Hem saraydan bir akçe bir şey istersem namerdim diyeceksin, hem de istemem yan cebime koy der gibi kerimelerini saraya yerleştireceksin. Pes doğrusu, bu kadar saraylı olma hevesi olduğunu bilseydik kalkar lastikçiyi padişah yapıverirdik. Şimdi Ramazan davulcusu gibi dan dan dan. El insaf.
İşin ilgin tarafı padişahın sarayın hazine dairesinin gelir gider, ganimet durumuna göre bir kişiyi daha saraylı yapabilecek hakkı kalmış. Saraya yakın çevreler arasında bu 14. kişi kim olacak dedikoduları ayyuka çıkmış durumda.
Ayyukayı bırakın, son saraylı olabilmek için savaşlar açılmış. Padişah yılların kurdu, öyle boş yere saraylı yapar mı insanı pat diye. Saraylı olacak adam önce yollukçudan, ardından lastikçiden icazet alacak. Hatta mülkçüye gidecek, mülkçüden bile icazet alacak.
Hani var ya soytarı olan, meşveret heyetinde padişahla birlikte başköşede oturan. Padişahın meşveretteki ulema heyeti mebusları bile gitmeden oyuncakçı ile başköşeye kurulan. Hah. Aynen o. Ondan bile icazet alacak.
Ondan sonra ben anlatınca kıvranacaklar. Yok öyle, yapın, edin, her haltı yiyin, sonra “Yarmagül’ün suçu ne”. Eh be devletlüm, daha ne suçları olacak. Sarayın mutfağından alınan nevalelerle her hafta mutat yakılan mangalları damı anlatalım burada illa.
Yarmagül’ün suçu belli. Adam olamamak. Adam olsa tecavüz eden olmazdı.
Tövbe et Yarmagül, yaptıklarının altında kalacaksın, kurtaran olmayacak.
Tepede meşe oynayalım diye niyet ettiydik, şimdi Devlet-i Aliye’nin büyük yolu yapılacakmış. Yolda maazallah atlı arabalar ezer bizi. O iş de yattı. Ne yapsak ki?