Sahte altın üretildiğini duymuşsunuzdur. Ülkemizde kuyumcuları bile kandırabilecek yeteneğe sahip cevherlerimiz var. Sahte para ustaları ise çağa ayak uydurmaya devam ediyor. Para kazanmak için öyle yıllarca eşek gibi çalışmaya gerek yok! Sahte TL, YTL, Euro, Dolar basmak ziyadesiyle birkaç dakika alıyor. Eşek gibi çalışmadan eşek yüküyle para kazanıyorlar. Derken sahte para basmak bizi kesmemiş olsa gerek ki sahte para makinesinin sahtesi bile yapıldı. Tahta kasanın üzerine alüminyum folyo kaplayıp birkaç enteresan düğme ve birkaç eksantrik göz eklemişler. Al işte sana sahte para makinesi… İstanbul’dan bir ağabeyimiz bu boyacı sandığına benzer alet için tam 330 bin Euro ödemiş. Sahte para makinesinin sahte olduğunu anlayınca da soluğu emniyette almış. Dolandırma amacı olmayan adama sahte para makinesinin sahtesini kakaladıkları için polisler esas dolandırıcıların (!) peşine düşmüş. Garip ama gerçek!
 
Ne yazık ki bal bile artık bal değil… Onunda sahtesini yaptılar. Tıpkı rakı gibi… İçip güzelleştiğimiz, güzelleşip içtiğimiz rakının içine ettiler. Sahtesini tadanların kimi kör oldu kimi muhtar! (Bkz. Tahtalı Köy Muhtarlığı)
 
Bi’ara             “çok olmaya” başladık. Ünümüz dünyaya salındı. Altındı, paraydı, baldı, rakıydı derken sağlık sektörüne de el attık. Ham maddesi tuz ve nişasta olan sahte kanser ilacı ürettik. Fiyatları düşürüp, şifa niyetine piyasaya sürdük. Aslına bi’çuval para veremeyen hastalar için bir nevi umut olduk. Bu kadar ucuza satıldığını görünce Amerika olaya el koydu. “İşin içinde iş var” dedi. Çok geçmedi, madara olduk.
 
Kavurmaya eşek eti karıştırdık. Nişastadan peynir, sabun malzemesinden zeytinyağı, mısır şurubundan bal, margarin, süt tozu ve palm yağından kaşar yaptık. Kaşar diye bildiklerimizin aslında kaşar olmadığını anladık. Sahte boşanmalar tavan yaptı. Bu sayede evli ama dul kadınları maaşa bağladık.
 
Geçtiğimiz günlerde daha da ilginç bir olaya şahit olduk. Belki de sahtecilikte son nokta diyebileceğimiz bu olay şahsen benim ağzımı açık bıraktı. Yargıtay’ın yaptığı inceleme sonucunda 2012 yılının Ocak ayı başından bu yana altı aylık dönem içinde Türkiye’de yaşayan 80 bin 757 seçmenin birden fazla siyasi partiye üye olduğu ortaya çıktı. Birden fazla siyasi partiye üye olan yâda kafasına göre üye kaydı yapan dehalar (!) sayesinde “sahte üye” kavramını da ülke tarihimize geçirmiş olmanın haklı gururunu yaşıyoruz. Partiler arası mekik dokuyan/dokutturulan 80 bin 757 seçmenin 60 bin 137’si hem Saadet hem AKP, 7 bin 533’ü hem MHP hem AKP, 5 bin 794’ü ise hem CHP hem AKP üyesi olarak belirlendi.
 
Bu konuda çeşitli varsayımlar üzerine konuşup tartışabiliriz. Hatta birçok iddia konuşulmaya başlandı bile… Hem’in değişmeyen yanındaki kayıtların bu üyelerden habersiz yapıldığını savunanlar var. Yargı yoluna başvuracaklarını ilan bile ettiler. Bu iddia doğru olabilir ama arada dansöz gibi gezenler de yok değil! Fakat daldan dala konmayı bir marifet sanan/sayan siyaset cambazları şunu iyi bilsinler: “Sahte rakı hatta sahte kanser ilacı, sahte bal öldürür ama sahte üyelik süründürür!”
 
Millet koyun kopyalarken biz üye kopyalıyoruz. Düşünüyorum da acaba koyun bulamadık da seçmenle mi idare ediyoruz.
 
Not : 2010 yılında MKE fabrikasındaki işçilerin büyük çoğunluğunun habersizce AKP’ye üye yapıldığı iddia edilmiş ve işçilerden Kenan Aslan yargıya başvurmuştu. Sahi sonucu bilen var mı? Yok canım ben kararı değil yargıya başvuran işçiyi merak ediyorum. Acaba hala çalışıyor mu?