Bu isimleri özellikle saydım. Bazı gazete yazarları büyük devletlerin başkanları gelmemiş diye küçümsüyorlar. Hitler, Mussolini, Stalin mi gelecekti o dönemde? Yine Atatürk’ün yurt dışına gitmemesini “pasaportu yok muydu acaba?” diye alay konusu etmeye çalışıyorlar. Bugün pasaportu olanların iki güne bir yurt dışına gitmesi hoşlarına gidiyor herhalde. Nasıl olsa parası ceplerinden çıkmıyor. Aslan gibi devletimiz var.
Gelelim konumuza. Atatürk döneminde dış politikamız nasıldı? Uluslararası ilişkilerde devletimiz nasıl temsil ediliyordu? Birkaç örnekle açıklayalım.
Türkiye Atatürk döneminde hiçbir kuruluşa girmek için yalvarmamıştır. 1932 yılında, Birleşmiş Milletler Örgütü’nün ilk kimliği diyebileceğimiz Milletler Cemiyeti’ne Türkiye’nin üyeliği söz konusu olur. Yunan Dışişleri Bakanının önerisi ile Ankara’ya “başvuruda bulunması” mesajı gelir. Atatürk, bunu uygun görmez.
“Türkiye’yi onlar davet etsinler.” yanıtını verir.
Bunun üzerine Almanya, İngiltere, İtalya, İsviçre, Avustralya, Yunanistan ve İspanya tarafından Genel Kurul’a Türkiye’nin üyeliği önerilir ve alkışlarla üyeliğe kabul edilir.
Bugünkü durum ile o dönem Türkiye imajı arasındaki farkın açıklaması şudur: “1932’de Türkiye’yi Atatürk yönetiyordu.”
Hatay’ı anavatana katmaya kararlı olan M. Kemal Atatürk’ün bu konudaki sözlerine kulak verelim:
“Hatay benim şahsi meselemdir. Durumu Fransız büyükelçisine açıkça ifade ettim. Ben kararımı vermiş bulunuyorum. Bu meseleyi sonuçlandırmak için gerekirse Türkiye Cumhuriyeti Reisliğinden ve hatta Büyük Millet Meclisi üyeliğinden de çekileceğim. Ve bir fert olarak bana iltihak edecek birkaç arkadaşla beraber Hatay’a gireceğim. Oradakilerle el ele verip mücadeleye devam edeceğim.”
Atatürk’ün 1937’de, İngilizlerin Filistin’e saldıracağını açıklaması üzerine dünya basınına yaptığı “Filistin’e el sürülemez. Gerekirse savaşırız.” sözleri O’nun kararlılığını gösterir.
Bugün dünya liderlerinin önünde el-pençe divan duranların tersine Atatürk, ömrü boyunca bir dış geziye bile gitmemiş, tüm emperyalist liderleri ayağına kadar getirtmişti. Örneğin, o dönem Musul meselesi nedeniyle arasının bozuk olduğu İngiltere Kralı’nın Türkiye’yi ziyareti sırasında İngiltere Kralı Edward’ı Dolmabahçe Sarayı’nın kıyısına kadar getirtmiş ve ancak orada karşılamıştı.
Günümüzde ABD Başkanı’nın bekleme odasında saatler geçiren, 45 dakika görüşünce zafer kazanmışa dönen Başbakanları görünce, Atatürk’ün bu basit görünen tavrının aslında ne kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor. Bugün, Avrupa’nın kapısında “Ne olur ben de sizdenim! Beni AB’ye alın” diye yalvaran bir Türkiye yarattık.
Bu arada tüm öğretmenlerimizin öğretmenler gününü kutlarım. Saygılarımla, hoşça kalın.