Geçtiğiz hafta, memleketimizin evlatlarını hain saldırılarda kurban verdik. Meclis’teki yemin tartışmalarının gölgesinde kalan ülke gündemine, ülkenin gerçek ihtiyaç ve çözüm bekleyen sorunlarının gölgede kaldığı bu garip hale bir de terör saldırısı eklendi. Öncelikle hem geçtiğimiz gün yitirdiğimiz evlatlarımıza, hem de bu uğurda canını feda etmiş tüm kardeşlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına sabr-ı cemil niyaz ediyorum.
Kıymetli büyüğümüz Doğan Cüceloğlu’nun ‘Mış Gibi Yaşamlar’isimli kitabı, belki de bizim yıllardır yaşadığımız sorunların gerçek sebebine ışık tutuyor. Okuyamayanlar için kitapta anlatıldığı şekliyle kısaca söz etmek istiyorum.
“Ne demek ‘mış gibi’ yaşam? Düşüncelerinin arkasındaki niyetin farkında olmayan, sözü, gözü, davranışı birbirine uymayan insanların yaşamı demek. “Böyle insanlar var mı?” diye sorarsanız, çevrenize bir bakın! Aklı, düşüncesi çocuğuna yardım etmekle dolu olduğu halde asık yüzlü, kırıcı, ilgisiz anne veya babaları; öğretmen olduğunu söyleyen ama hiç kitap okumayan insanları göreceksiniz. Üstelik mış gibi yaşam, insanların bu anlayışla oluşturduğu ya da işlettiği kurumlar yoluyla giderek tüm topluma yayılıyor. Vatandaşa yardım etmek için oluşan bürokrasi, köstek olmak konusunda uzmanlaşıyor. Güven duymamız için oluşturulan kurumlar güvensizliğin kaynağı haline geliyor; adaleti sağlamak için yapılan yasalar adaletsizliğin düzenini sürdürüyor. Kimimizin körleşip fark etmediği, kimimizin kanıksayıp artık yadırgamadığı mış gibi bir yaşam yaşıyoruz. Sanki kaderimiz olmuş, kuşaktan kuşağa sürüp gidiyor. Yaşıyormuş gibi görünüp de aslında yaşamamak ve yaşamadığının farkında bile olmamak…”
Kitabın arka kapağında böyle anlatıyor kısa mış gibi yaşamları. İçerisinde ise aslında her gün gördüğümüz, yaşadığımız ve belki de içimizden isyan etsek bile davranışlarımızla eylemlerimizle dile getirmediğimiz, dendiği gibi bir şekilde içimize sindirdiğimiz yüzlerce örnek yer alıyor.
Gerçekten bir değil birkaç kez okumanızı tavsiye ederim. Şimdi ne alakası var bunun terörle
 mücadele ile.
Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi de olunmaz. Niyet, beceri ve eylemde kararlılık üçlüsünü birarada barındıramayan insanlar olarak çokça ilgisi olduğunu göremiyoruz elbette. Kitapta bir örnek veriliyor. Basitçe anlatayım. Bir araba uçurumdan uçmuş. Sebep? Sürücü torpido gözünde kaset vb. bir şeyler ararken kontrolünü yitiriyor. Oysa ki niyeti ne? Örneğin, Tire’den İzmir’e gitmek. Ne yapacak? Araç kullanacak, yani sürücü olacak. Diyor ki ben sürücüyüm. Sürücü ne yapar? Direksiyona oturarak aracı yürüttüğü andan itibaren duruncaya kadar aynı şekilde sürücülüğün gereklerini yerine getirir. İşte tam da bu noktada sürücüymüş gibi davranır, eylemi sürdürme ısrarını yitirir, arabanın torpido gözüne eğilir. Sonrası malum.
İşte budur mış gibi yaşam. Öğretmen öğretmenmiş gibi, savcı savcıymış gibi, başkanlar başkanmış gibi, gazeteci gazeteciymiş gibi mesleğinin gereklerini unutarak yapıyormuş gibi yaparsa, ortaya çıkan yozlaşma bugün içerisinde bulunduğumuz duruma getiriveriyor bizi.
Yine anlayamadıysanız, biraz daha açalım. Terörle mücadele etmesi için, güvenliği sağlamak için kurulmuş kurumlar; işini gücünü unutup, başkaca projelerle, ‘Balyoz gibi, ay ışığı gibi’ projelerle vakit harcarsa, bugün terör de olur, şehit de olur.
Meclis’te halkın iradesi, verdiği yetki ve beraberindeki sorumlulukla bu meselelerin yasal sınırlarını belirlemek, kurumları aktif ve etkin konuma getirecek kararları almakla yükümlü olanlar da yetkiyi ellerinde tutup işin sorumluluk boyutunu unutmayı tercih ediyorlarsa, terör de olur karmaşa da.
Önce seçtiklerimiz, Meclis’e gönderdiklerimiz, sadece yetki değil, sorumluluklarını da hatırlayacaklar, adam gibi meclise girerek çalışacaklar, Meclis’e gitmedikleri, gev gev yaptıkları bir günün, bu ülke geleceğinin bir yılına mal olacağını akıllarından çıkarmayacaklar, sonra da yetki ve sorumluluk verdikleri devlet kurumlarından adam gibi hesap soracaklar.
Türkiye’yi baştan sona 3 kere yeni baştan yapacak parayı harcayıp da terörün nasıl kurutulamadığını, işin neresinde yanlış yapıldığını, Dağlıca baskınındaki Heron facialarının sorumlularının kulaklarını çekecek, şehit annelerinin ellerine teslim edecekler. Görevli kurumlar, adaletin tesis edilmeye, gerçekten terörle mücadele edildiğine halkı inandıracaklar, ondan sonra terörün mazereti biter. Mazereti mi olur terörün demeyin, bana göre de olmaz.
Hepimizin yapamadıklarımız için mazereti varken…
Yoksa, öyle mi diyelim?
Mazeretim var, asabiyim ben!