Yeni yıldaki ilk yazımı, 15 Ocak’ta yapılacak olan ve bana göre tarihi olması gerekirken, tarihte bir utanç tablosu olmaya aday; Demokrat Parti Kongresi’ne ayırmaya karar verdim. İstemeyerek de olsa, bir demokrat olarak, içim sızlaya sızlaya, olup biteni ulusal basından izlemeye gayet ediyorum. Neden diğerleri gibi ‘Gelişmeler’ demiyorum da olup biten diyorum? Önceden planlanan ve oldubittilerle yapılan işlerin demokrasi ve demokratlıkla, Menderes Misyonu ile hiçbir ilgisi yok da ondan. İpin ucu kimin elinde, bakınca görürsünüz...

Öncelikle, birkaç tespitimizi ortaya koyalım ve ondan sonra birçoklarının dillendirdiği bazı hususlar hakkındaki düşüncülerimizi paylaşalım. Bunlardan ilki, Demokrat Parti’nin misyonu olsun. Nedir DP misyonu. Halkı devleti için değil; devletini halkı için varsayan, siyaseti halka rağmen değil; halka hizmet için yapan, barajlar inşa eden, 50 yıl öncesinden 50 yıl sonrasının trafik akışını dikkate alarak yolları genişleten, baskı, zulüm, gözdağı, yasakçılık gibi çağdışı zihniyete karşı herdaim dimdik durarak; tankların önünde bile demokrasi söyleminden vazgeçmeyen, tabanının söylemlerine dikkat kesilen, tanklarla gidip, halkın oyları ile defalarca iktidara gelen, darbe ve darbecilere en ağır sözleri her platformda dile getiren, her şeyden önemlisi; darağacında bile diplomatik nezaketi elden bırakmadan; kendisini Allah’a teslim eden bir zihniyet, bir anlayış, bir yaşam biçimi...


Türkiye’nin kalkındığı süreçte, kimilerinin sadece diline pelesenk ettiği “Muasır medeniyetler seviyesi” anlayışını, türlü imkansızlıklar içerisinde gerçekleştiren bir anlayış. Türkiye’de, gerçekten insan için, halk için, özgürlük için, medenileşmek için yapılan ne kadar köklü yatırım varsa, hepsine DP ve devamının imzasını görürsünüz. Bunu algılarken, değerlendirirken, dikkate almanız gereken önemli bir kriter var. İşte tam da bugünkü DP ve vesayetçilerinin içerisinde bulunduğu ruh haline, kongre sürecine bakarken yapmanız gereken, parti tabelalarını indirerek olup biteni değerlendirmektir.

İndirin parti tabelalarını, geçmişteki partilerin uzantısı, devamı olduklarını unutun, bugünkü partilere, liderlerine, söylemlerine, icraatlarına, halktan beklediklerine, halkın beklentilerini karşılama performanslarına, halka bakışlarına, parti politikalarına, parti tüzüklerine, her zaman dile getirdikleri ‘Medenileşme’, ‘Demokrasi ve insan hakları’ söylemlerine karşın atılan adımlara ve bu adımlara dair dediklerine dikkatle bakın. Garip bir tablo ile karşılaştığınızı açıkça göreceksiniz.

Materyalist diyalektikle büyümüş birçok aydının illaki elindekileri kaybettikten sonra değerini anlamasına şaşırmayanların; evlerine buzdolabı, çamaşır makinesi getiren, yolunu yapan, cebine harçlık koyan, bırakın yarını; akşam ne yiyeceğini düşünürken, altı aylık erzakını, kilerine dolduranlara oy verdi diye ettiği isyanlar ve ‘Bu halk aptal, iki tas buğdaya oyunu satıyor’ demeleri gerçekten ilginç bir ironi. Ekonomideki iyi veya kötü farketmez, ciddi anlamda bir istikrari ‘Enflasyon var iken daha çok kazanıyorduk’ diyebilen sözüm ona ekonomi uzmanlarını anlamak da çok güç. Her şeyin kıymetini yok olup gittikten sonra anlayanların yüzyıllar öncesinden bugüne bakan Mevlana Hazretleri’ni bile kabından, kabuğundan anlama girişimleri sonucu hala daha oldukları gibi görünmek ya da göründükleri gibi olmaktan uzak tavırlarıyla; daha 1950’lerden bugünün Kürt sorunu başta olmak üzere; birçok beşeri ve içtimai meselelerine çözümü üreten Bediüzzaman Said Nursi’yi anlamalarını beklemek ya da en azından ‘Ne diyor’ diye bakmalarını beklemek bir hayli güç.

Şimdi bu kadar geniş perspektifte; kendi partisine oy vermemiş bir şahsiyetin partinin başında olmasını anlamak güç. Yine kendi partisi yerine, tarihte kendilerine göre defalarca ‘Can düşmanı’ ilan ettikleri CHP ile aynı saflarda yer almasını anlamak güç. Lider görünümlü, çakma demokratın, partiyi dibe gömme, daha ötesinde CHP’ye iltihak etme çabalarına alkış tutanları ve bir şey yapmadan izleyenleri anlamak hepsinden daha güç. Yetmedi; yine kendi elleriyle ‘Kral demokrat’ diyerek yetiştirdikleri, sünnet çocuğu gibi el bebek gül bebek büyüttükleri Batum sancağı valisini, CHP’ye genel başkan yardımcısı yapmaları da bir hayli ilginç. İnsan Çölaşan vari bir tavırla sormadan edemiyor ‘Cindoruk nereye koşuyor, pardon; yürüyor’ diye.

Yıllar içerisinde çember seviyesinden bile olsa, verdiği demokrasi mücadelesinin ardından; darbecilerin fahri avukatlığını üstlenmesi, oy vermediği partinin tepesine, hem kel hem fodul bir vesayetle gelip oturması, bu partiyi meclise sokacak iken, itin bir yerlerine tepme gayretleri, halen daha ‘O gelirse koltuğu veririm, bu gelirse ama şartım şu öyle giderim’ söylemleri ile Rahmetli Menderes’in koltuğunu babasının mirası zannederek iyice yerleşmesi, Türk siyaseti adına bence utanılası bir durum... Ortaya sürdüğü adaylar açısından da durum farklı değil. Ben hiçbirini ne şahsım ne de siyaset arenası adına dikkate değer bulamıyorum. Hele hele bir ‘İlhan Kesici’ ismi var ki gülmeden edemiyorum.

İlhan Kesici demişken, aynı kendileri gibi bir siyasetçinin ağzından dinlediğim Kesici anısını sizlerle anlatanın ağzından paylaşayım: “Ege Palas Oteli’nde toplantı vardı. Ben de İlhan Kesici hayranıydım. Toplantıdan çıkıldı, ben de büyük bir heyecanla onun yanına doğru yürüdüm, İlhan Başkanım diye seslenmek üzereydim ki bir den İlhan Kesici parmaklarının üzerinde garip bir yürüyüş ve enteresan bir ses tonuyla ‘Simitçiiiiiiii’ diye bağırdı. O halini görünce, bundan ancak simitçi olur diye düşündüm ve hayallerim yıkıldı”. Al benden de o kadar. Yılların kurt siyasetçisi Demirel’in bile, her türlü siyasi bağlantısına rağmen bir türlü kendisine uygun bir balta ayarlayamadığı Kesici, şimdi de DP’nin kurtarıcısı olarak lanse edilmeye çalışılıyor. Daha ötesinde ben İlhan Kesici’yi hayretle takip ediyorum. Daha üç gün öncesine kadar, Menderes’in ruhuna sövenlerin yanında, partisinde çalışıp; koltuk kapma uğraşı verirken, bugün kalkmış DP’nin başına ‘Adayım’ diyebiliyor. Yetmemiş, Facebook’ta kurduğu veya kurduğu grupla; Menderes misyonuna sahip çıkar hareketler sergiliyor. Ben de bunu yedim. Madem Menderes’in misyonuna sahip çıkacaktın be adam, referandumda niye sövdün bu mirasa, o kadar yüreğin vardı da bulunduğun yerden atılma bahasına kefen timsali beyaz gömleğini giyerek meydanlara niye çıkmadın? Meydanlara çıkanların da demokrasi kahramanlarının da hangi partinin hangi disiplin anlayışına karşı geldikleri meçhul bir halde DP’den atılmasına neden sessiz kaldın? Geç bunları anam babam, geç...

Daha da acısı, kendisi bile kendi adından heyecan duymayan Tansu Çiller’in adını ‘Heyecan’ diye lanse etme gayretleri. Tansu hanımın, yaptıkları ve yapabilecekleri belli. Kendisi, zaten elinden gelenin en iyisini yapmış durumda. Bugünkü Türkiye’nin siyaset arenasında artık, Tansu Hanım’ın yeri olduğunu düşünmüyorum. Şimdi diyeceksiniz ki ‘Onunla birlikte giden Bahçeli geldi, halen daha siyaset yapıyor’ ben de diyeceğim ki ‘Geldi de neyi değiştirdi’. Üstelik Tansu Hanım’ın da ilginç bir lafı var ‘Fol yok, yumurta yok’. Kendisi her daim çift sarılı yumurta yemeye alıştığı için, partiyi böyle tabandan alıp da Meclis’in çatısına çıkaracak gücü kendisinde bulamıyor. Eğer ki bulsaydı bence çoktan gelirdi partiye. Daha da ötesi, referandum sürecinde ‘Etliye, sütlüye karışmamayım’ dercesine kenarda kalması bile, bence geleceğin Türkiye’si adına bir zikri, fikri ya da heyecanı olmadığını net olarak ortaya koyuyor. Yine diyeceksiniz ki ‘Madem ki durum böyle, niye adı zikrediliyor?’. Cevabı basit, ‘Ya gelir harcanır, ya gelmez harcarız’ mantığı. Başkaca bir şey yok.

Her türlü entrikaya rağmen partisi adına, Türkiye’deki siyaset anlayışı adına, liderlik anlayışı adına, vesayetin ortadan kalkması adına, haysiyet mücadelesi vererek, partisini istatistiklerin içerisine sokmayı başaran, gece gündüz demeden kilometrelerce yürüyerek Menderes’i ve Menderes Misyonu’nu genç yaşlı herkese anlatan ve tüm Türkiye’nin takdirini kazanan, partiden ihraç edilme riskine rağmen ‘Acaba’ demeden, susup, biat edip, el etek öpmeden; kefenini giyerek meydanlarda ‘Referanduma milyonlarca kez evet demek; benim namus ve şeref borcumdur’ diye haykıran Süleyman Soylu’yu ve aynı ateşin Ege’deki genç temsilcisi Gökçe Ok’u parti disiplinine aykırı hareket ettikleri için partiden ihraç edenler diyemiyorlar ki ‘Bu kahramanları koltuğumuz için tehdit gördük de ihraç ettik’. Yazık ki ne yazık!

Bu noktada iş, Demokrat Parti’nin kadirşinas delegesine düşüyor. Önce DP’li olarak hepimizin bilmesi gereken bir husus var. Çok önemli bir husus. Tüm DP camiası 2011 seçimlerinde yerinin olmadığını bilmelidir. Tıpkı şampiyonluktan uzak bir takımın devre arasında kendisini şampiyon yapsın diyerek teknik direktör ve futbolcu transfer ettiği gibi, bizim tepemizdekiler de ‘Partiye heyecan getirecek lider’ arayışındalar. Eh be kıymetli delegeler; partiye belki de Menderes’ten bu yana en büyük heyecanı getiren Süleyman Soylu’yla yola devam etmek yerine, neden gol atmayı yıllar öncesinden unutmuş, Demokratlığın ne olduğunu belki hiç bir zaman anlamamış, darbeci mahsulü Cindoruk’a partiyi emanet ettiniz. Ettiniz de olup biteni demi fark etmiyorsunuz?

Bize artık, heyecandan öte rüştünü ispatlamış, ayakları yere basan; geleceğin Türkiye’sinde yeri olan, ‘Ondan bir şey olmaz’ diyenlerin bile, bu lafı derken bir ayağını kaldırıp; kimlerden medet umduklarını bilmedikleri bir siyasetçi, bir dava adamı, genç bir insan lazım. Bize, bu partiye ve bu davaya Süleyman Soylu lazım. Kayıtsız, şartsız soylu bir yönetim, soylu bir parti, soylu bir anlayış için; geçmişini iyi bilen, geçmişe sahip çıkan, davasının temelleri çerçevesinde geleceğin Türkiye’sinde kendine yer edinebilecek, her siyasi partiden sevenleri olan soylu bir dava adamı lazım. Tekrar söylüyorum; bize Süleyman Soylu lazım. Eğer ki Demokrat Parti delegesi, 2014 seçimlerinde bu partiyi Türkiye’de var görmek istiyorsa, 2016 seçimlerinde her şartta Meclis’te görmek istiyorsa, artık faraziyelerle uğraşmayı bırakmalı, 2011 seçimlerinde gerçekçi davranarak ‘Biz yeniden yapılanıyoruz’ diyerek, Süleyman Soylu ile kemik oylarına sahip çıkmalı; emanet giden oylar için de ısrarcı olmadan geleceğin yatırımını yapmalıdır.

Demokrat Parti’nin bir başkası ile ya da bir başka anlayışla kurtulma şansı yoktur. Hele hele, Menderes’in gömleğinin tamamını, üstelik sadece %5’lik hakediş payıyla sırtına geçiren ve CHP gibi, sadece ‘Böyle olmaz’ demesini bilen bir muhalefet anlayışının rüzgarıyla tüm demokrat oyları hanesine yazdıran bir AK Parti gerçeği var iken, şansı hiç yoktur. Üç beş tane siyasi parti ile ittifak kurup da meclise girme hayallerinin ne partiye faydası olacaktır ne de Türkiye’ye. Sadece olacak olan, kendisine bile hayrı olmayanların ceplerine koyacakları Milletvekili maaşının, haketmemiş onca insana ilaveten milletin cebinden çıkmasıdır.

Fol da var, yumurta da var. Çiller’in göremediğini eğer ki delegelerimiz görürse işte o zaman sahanda yumurta yeriz. Yoksa bu mevsim ayva bol. Soylu’nun dışındaki her türlü fikir, zikir bu partiyi çıkışı olmayan bir çukura saplayacaktır.

Demokrat ruhunun şahlanması için yapılacak tek şey var. Herkes anladı, umarım kıymetli delegelerimiz de artık anlayacaktır.

Saygı ve sevgilerimle.