Cumhuriyetimizin ilan edilişinin 90. yıl dönümünü büyük bir coşkuyla kutladık, hemen arkasından bu sefer ölümünün 75. yıl dönümünde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü büyük bir özlem ile andık.

Tüm ülkelerde bu böyledir. Hatta bizim gibi yeni yönetim tarzı Cumhuriyet olan ve tüm yetkilerin o ülkenin vatandaşları olan “cumhur”a verilmiş olan ülkelerde daha bir başka kutlanır, daha büyük bir coşku ile kutlanır. Dünyada eşi benzeri görülemeyecek bir Kurtuluş Savaşının kazanılmasında en önemli rolü oynayan ve sadece Türk halkı tarafından değil evrensel siyaset ve tarih bilimi açısından da önder rolü kabul edilmiş Atatürk’ün ölüm yıl dönümünün kapsamlı etkinliklerle anılması değil anılmaması hayatın, tarihin olağan akışına aykırıdır.       

Ama son yıllarda ülkemizde 29 Ekimler başka kutlanır, 10 Kasımlar ise başka anılır olmuştur.

Bunun bilinen nedeni ise Ak Parti’nin 11 yılı geçen bir süredir tek başına ve üstelik oylarını her seçimde arttırarak iktidarını sürdürmesi karşısında belli kesimlerce duyulan kaygılardır. Ak Parti yetkililerinin böyle bir kaygının gerçeği yansıtmadığı yönündeki tüm söylemleri zaman zaman doğrudan Hükümet olarak veya kendilerine yakın olarak görülen etkili ve yetkili kişilerin söylem ve eylemleri nedeniyle hep askıda kalabilmektedir.

Burada şunu da belirtmek gerekir ki bazı söylemleri ve hatta düzenlemeleri bir başka siyasi aktör ya da parti tarafından seslendirilse genel kabul görecek değerdedir. Ama gerek siyaseten gerek ahlaken kabul edilemeyecek bazı söylem ve eylemleri bu kaygıları zaman zaman arttırmakta ya da kaygı psikolojisini sürdürme aracı olarak kullanılabilmektedir.

Kaygı duyanlara haklılık verecek ilk örnek ise öğrenci evlerinde kızlı-erkekli kalma ile ilgili yapılan açıklamadır. Basından takip ettiğimiz kadarı ile Ak Parti içinde de kabul görmediği anlaşılan gerekli düzenleme yapılabileceği yönündeki açıklamalar geçerli hukuk sistemimiz ve uluslararası sözleşmeler karşısında boşlukta kalmaktadır.

Her şeyden önce kız ve erkek öğrencilerin aralarındaki bağı, ev arkadaşı ya da okul arkadaşı olmaktan öte başka şeyler aramak ancak niyet okumaktır.

Kaldı ki aynı evi paylaşan bir kız öğrenciyle erkek öğrenci arasında cinsel ilişki de olsun, ne değişir. Bugün öğrenci olmayan kadın ve erkekler evli olmamasına rağmen birlikte aynı evi paylaşması önünde bir engel mi var da sıra öğrencilere geldi. Artık otellerde dahi evlilik cüzdanı aranmamaktadır.

Üstelik zinanın suç sayılmadığı, evli erkek ve kadınlara dahi geçerli hukuk sistemimizde cinsel serbestlik öngördüğü düşünüldüğünde bekâr öğrencilere nasıl bir kısıtlama getirilebilir ki. Yine Türk Ceza Kanunumuzda cinsel serbestlik ile ilgili öyle düzenlemeler var ki bana göre uç noktada denebilecek bir serbestlik olduğu için burada yazarak özendirici olmak istemem.

Tüm bu serbestliklere karşı öğrenciler üzerinden siyaset yapılması yaklaşan yerel seçimlere bağlamak gerekir diye düşünüyorum. Özellikle başörtüsü konusunda Mecliste grubu bulunan 4 partinin uzlaşısı ile gündemden düşmesi iki partiyi olumsuz etkilemiştir.

Bu iki taraf Ak Parti ve CHP’dir. Bir taraf kendi halinde mütedeyyin Müslüman vatandaşlarımızın oylarını talip iken diğer taraf laik vatandaşlarımızın oylarına taliptir. Bir taraf kendi kitlesinin gönlünü alırken diğer taraf da kendisini verilen bu pası alarak kendi kitlesini motive etmeye çalışmakta, bir başka değişle orta sahada karşılıklı al gülüm, ver gülüm top çevirmektedirler. İşin ilginç tarafı ise 90 dakika bittiğinde yani sandıklar açıldığında beklenen aksine maç berabere bitmemekte, galip gelen hep Ak Parti olmaktadır.

Zira birileri sadece kaygılanırken birileri çalışıyor, sadece kaygılanmak iktidar getirmiyor, çalışmak iktidar getiriyor. Aslında kaygı duyanların eline yeni kozlar sürekli geliyor, görünen o ki seçime kadar da gelmeye devam edecek. Mesela: “Olmasaydın da olurduk” ilanı, ya da bir Valimizin bir vatandaşımıza sarf ettiği sözler. Bir kaç gün bunlarla ovun, kaygı duy, uzun sürmez yenileri yoldadır.

Yeri gelmişken bahsi geçen ilan hakkında birkaç cümle sarf etmek isterim. İlanın verilme sebebi olarak “olmasaydın olmazdık” ilanına tepki olduğu açıklandı.  Ancak bu tepki ve ilanın alt yapısı eksik, amacına ulaşmaktan uzaktır. “Olmasaydın olmazdık” ilanında bir gerçeklik vardır, o da bir Kurtuluş Savaşı ve arkasında kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletidir.

Bu gerçekliği ortaya koyduktan sonra kanaatimce demokratik bir hak olarak eleştiri hakkı kullanılacaksa, bunun Atatürk ya da Cumhuriyet üzerinden değil mevcut Anayasa üzerinden olmalıdır. Anayasamızdaki bazı (sözleşme) maddelerinin değiştirilmesi, yeni (sözleşme) maddelerinin eklenmesi hususunda görüş beyan edilebilir, siyaset yapılabilir.

Anayasa’nın vatandaşların kendi aralarında yaptığı ana sözleşme olduğu görüşüne katıldığım için toplumun tüm kesimlerinin meşru taleplerini karşılaması, yine tüm kesimlerin haklarını güvenceye alan bir yapıya kavuşması herkesin beklentisidir. Halen TBMM’de grubu bulunan 4  parti zaten Anayasa değişikliği hususunda görüşmelerini yapmaktadırlar. Ama yüzde 10 seçim barajı nedeniyle bu 4 partinin toplumu yeterince temsil ettiği hususunda tereddütler olduğu göz önüne alındığında öncelikle seçim barajı kaldırılmalı ya da düşürülmeli ve toplumun tüm kesimlerinin TBMM’de temsili sağlandıktan sonra Anayasa değişikliği gündeme gelmelidir.