Allah hiç kimseye iş kaygısı vermesin ve rızkından çalmaya kalkan açgözlülerin gazabından korusun diyerek cümlelerime başlamak istiyorum. 2012 yılı bir önceki yıllara bakıldığında birçoğumuz için çok zorlu geçti. Ve önümüzde çok daha zorlu günler olacağı görünüyor demek yerine güzel günler yakındır demeyi tercih ederim.

Kimimiz çok çalışıp az kazanırken kimileri vardı ki başkalarının rızıklarıyla oynayarak, acizliklerinden faydalanıp kurdukları oyun ve düzmecelerle ceplerini doldurdu…hak etmediklerinin peşine düşüp çamur atmaya çalışırken üzerlerine bulaşmış olan kendi pisliklerinin farkında olmadılar..

Gerisini unutanın ilerisini yaşayamayacağını bilirim. Keşke çocuk kalsaydık cümlesini kullanan çok fazladır ama tekrar çocukluk günlerimize dönemeyeceğimize göre bugünü yaşayalım. Herkesin yaşantısı dört duvar arasındadır. Önemli olan duvarların üzerimize yıkılmamasıdır…

Annemin bana kendi elleri ile dikeceği bazen pantolonu giymek için can atardım. Özellikle iki tane cebi olsun hatta cep ve paçalarına dantelde dikmesini özellikle isterdim. Bayramlarda rahmetli çoban dedemin (annemin babası adı Mehmet Emin ama sürekli tarla işleri ile uğraştığı için çoban kalmış lakabı) renkli kumaşlar alıp ananemin sabahlayıp bütün torunlarına kıyafet dikmesi ve benimde bu durumdan en büyük torun olarak nasiplenmem çocukluğumun en mutluluk verici anılarındandı.

Bir tek bezden yapılmış bebek, kargı ve teli birleştirerek yapmış olduğum tekerlekli araba, bilyeler, babamın kasa ile eve getirdiği ancak günde bir tane içmemize izin verilen gazoz, leblebi tozu yemek, evimizdeki duvarda asılı olan geyikli halımız, televizyon büfesi içerinde bulunan biblolar ve sokakta arkadaşlarımla oynadığım oyunlar… Sizlerde 1 dakika gözlerinizi kapayın ve geçmişe dönün sizi mutlu eden maddi anlamda değersiz ama maneviyatı büyük olan yaşanmışlıklara… ve açın gözlerinizi etrafınıza bir bakın…

Her elde edilmişliğin ardından bir yenisini istiyoruz arsızca, doymuyoruz, daha fazlasını isterken etrafımızda ki güçsüzleri görmüyor gittikçe yobazlaşıyoruz. Küçük şeylerden mutlu olmayı bilen bizler gün geçtikçe bunları unutup elde etmek, daha fazlasını istemek, her şeyi ele geçirmek adına başkalarını ezmek isterken hırslarımıza yenik düşüyoruz. Daha kolay, rahat bir hayat için istiyoruz onca şeyi ancak durup düşünüldüğünde aslında payımıza düşenin rahatlık, huzur olmadığını çok rahat görebiliriz. Kendimizi yıpratıyoruz, yoruyoruz, üzüyoruz, değerlerimizden uzaklaşıyoruz, gün geçtikçe korunaksız ve güvensiz oluyoruz.

Hırs, zenginlik, başarı, şaşalı yaşam, özenti insanlığın en büyük düşmanı. Etrafımızda kaç kişi mutlu ve huzurlu bir elin parmaklarını geçmeyecektir. Yalnızız onca kalabalığın içerisinde, sosyal paylaşım sitelerinde paylaşılan mutluluk pozları birçoğunun sadece fotoğraflarında, paylaşılan şarkılar sözler içinizde kopan fırtınaların söylemi..bizler her ne kadar saklamak istesek de saklayamıyoruz… Mutluyum gösterişi içerisinde olanlar kendini kandıranlar içimizdeki en büyük mutsuzlar. Kendisini güçlü göstermeye çalışanlar aslında içimizdeki en güçsüzlerimiz… Zenginlikleri ile kendilerine dost edindiklerini düşünüp aslında en sahte dostlara sahip olanlar…

Ruhumuz bu düşmanların esiri olmuş durumda. Hırslarına yenik düşen birinin özgür olması düşünülemez. Hayatımızı etkileyen bu durum özgürlüğümüzü kısıtlıyor, fazlalıkları atmadan özgür olmak imkânsız. Olduğu kadarı ile yetinmeyi, hoşgörülü olmayı, daha fazlasını isterken başkasının rızkına göz dikmemeyi ruhumuzda arındırmalıyız… Çocuklarımızı bir yarış atı gibi koşturtmayı bir kenara bırakıp bizim küçük mutluluklarımızı onlarla paylaşıp bu duygularla büyümelerine vesile olmalıyız. En çok ihtiyacını hissettiğimiz ve her nedense sadece söylemde kalan sevgi…izin verinde yaşansın bu duygu…

Zamanında tel ve kargıdan yapılmış araba, günde bir tane içilmesine izin verilen gazoz, bir bez bebek bile bizi mutlu edebilirken niye daha fazlası için kendimizi yıpratıyoruz ki değer mi önce onu düşünelim…