Altıntaş, “AKP’nin kaybedeceğini anladığı büyükşehirlerde altyapısı olmadan getirdiği Bütünşehir modeli, sadece idari bir dönüşüm değil; aynı zamanda devlet aklının, köy kültürünün ve yerinden yönetim ilkesinin tasfiyesidir” dedi.
“BÜTÜNŞEHİR YASASIYLA 22 BİN KÖY ORTADAN KALDIRILDI”
Haydar Altıntaş, Bütünşehir uygulamasının Cumhuriyet döneminden beri var olan yerel yönetim anlayışını kökten sarstığını belirtti.
“Bu sistemle birlikte köylerimiz resmen haritadan silindi. 40 bin köyümüz vardı. Bugün sadece 18 bini kaldı. O köyler sadece yerleşim yeri değil, kendi içinde karar alabilen, muhtarı, azası, bütçesi olan, imece kültürüyle yaşayan küçük devletçiklerdi. Şimdi bir köyün yolu bozulsa, Büyükşehir’den adam bekleniyor. Suyu akmasa, çözüm için il merkezine yazı yazmak zorundasın. Tavuk yumurtlamıyor, vatandaş pazara gitmek zorunda kalıyor.”
Altıntaş, bu yapının halktan kopuk, masa başı bir planlamayla yürürlüğe sokulduğunu ve tek amacının belediyelere kaynak yaratmak için hazine arazilerini devretmek olduğunu söyledi.
“ARAZİ BİTTİ, ŞİMDİ BELEDİYELER ELİNİ TAŞIN ALTINA KOYACAK KAYNAK BULAMIYOR”
Altıntaş, belediyelerin ayakta kalabilmek için ellerindeki taşınmazları birer birer sattığını, bu sürecin iktidar partisinin yanı sıra muhalefet partilerinde de yaşandığını dile getirdi:
“Bu iş sadece AKP’ye mahsus değil. CHP’si, MHP’si, hepsi sattı. Çünkü sistem öyle kuruldu ki, belediye mecbur. ‘Kaynak yarat’ deniyor ama nasıl? Araziyi sat, bitti. Artık satacak yer kalmadı. Şimdi neyle dönecek bu çark? Belediyelere kamu görevleri yıkılıyor. Tarım bunlardan biri. Bugün Türkiye’de 44 tane Tarım Bakanlığı var desem inanır mısınız? Her büyükşehrin tarım dairesi var ama ne imkân var, ne kadro, ne bilgi. Kaynak israfından başka bir sonuç doğmuyor.”
“İZMİR EN ÖNCE SU KITLIĞIYLA VURULACAK ŞEHİR”
İzmir’in Türkiye’nin su kaynakları bakımından en sıkıntılı illerinden biri olduğunu belirten Altıntaş, mevcut sistemin bu gibi temel sorunlara çözüm üretmekten uzak olduğunu vurguladı:
“İzmir Türkiye’nin en su fakiri ili. İlk su krizi burada patlayacak. Bu kadar açık. Ama bu sorunu çözmek sadece belediyelerin imkânıyla mümkün mü? Değil. Devlet bu konuda belediyeyi yalnız bırakıyor. Hatta farklı siyasi görüşte diye cezalandırıyor. Bu durum ne demokrasiyle, ne hukukla ne de vicdanla bağdaşır. Bu vatandaş, sizden farklı partiye oy verdi diye suya mı muhtaç kalacak?”
“TÜRKİYE ARTIK KUVVETLER AYRILIĞINA DAYALI BİR HUKUK DEVLETİ DEĞİLDİR”
Altıntaş, Türkiye’de hukukun siyasetin tahakkümü altına girdiğini, yargının bağımsızlığını tamamen yitirdiğini savundu:
“Eğer bir ülkede siyaset hukuka emir veriyorsa, yargıçlar talimatla karar veriyorsa, o ülke artık hukuk devleti değildir. Bugün Türkiye partili Cumhurbaşkanlığı sistemiyle kuvvetler ayrılığı ilkesini rafa kaldırmış, tek elde toplanmış bir yönetim biçimiyle yol alıyor. Hukuk siyasete teslim edilmiştir.”
“CEMAATLER DEVLETLEŞTİ, DEVLET CEMAATLEŞTİ”
Tarikat ve cemaat yapılanmalarının devletin içinde kurumsallaştığını savunan Altıntaş, bu durumun demokrasiyi tehdit eder boyuta ulaştığını söyledi:
“Türkiye’de tarikat ve cemaat gerçeği vardır. Olabilir. Ama bunlar dini faaliyetleriyle sınırlı kalacağına, devletin idaresine ortak olmaya kalkıştı. Geldiğimiz noktada cemaatler devletleşti, devlet cemaatleşti. Bu, Cumhuriyet’in temel yapısına kast etmektir.”
“SADECE MUHALEFET BELEDİYELERİNE OPERASYON YAPMAK VİCDANI YARALAR”
Yargının sadece muhalefet partilerine yönelik işlem yapmasının kamu vicdanında karşılık bulmadığını ifade eden Altıntaş:
“Belediyelere yönelik operasyonlar neden sadece muhalefet belediyelerinde oluyor? Eğer gerçekten suç varsa, ister AKP’li olsun, ister CHP’li, MHP’li olsun, herkesin dosyasına bakılsın. Amaç hukuksa, adalet herkes için eşit çalışmalı. Eğer bu gücü rakibini sindirmek için kullanıyorsan, bu milletin vicdanında yer bulmaz.”
“SANDIĞIN ÖNÜNE BARİYER KOYARSANIZ, DEMOKRASİYE OLAN İNANCI YIKARSINIZ”
Altıntaş, Türkiye’de halkın sabırla seçimleri beklediğini, sandığın kutsal bir denetim mekanizması olduğunu ifade ederek, son dönemde bazı çevrelerin “sandık ortadan kalkabilir” gibi söylemlerini sert dille eleştirdi:
“Bugün insanlar sokakta bağırmıyor, çünkü biliyor ki vakti geldiğinde sandıkta hesabını sorar. Ama siz bu sandığın meşruiyetini zedelerseniz, seçim sonuçlarına şaibe düşürürseniz, kedileri trafolara sokarsanız, halkın demokrasiye olan inancını kaybedersiniz. Bu telafi edilemez bir yıkımdır.”
“DEVLET VATANDAŞIN PARTİSİNE GÖRE AYRIM YAPAMAZ”
Altıntaş, demokrasinin birey haklarını koruyan bir rejim olduğunu ve yurttaşların siyasi tercihlerine göre değerlendirilmemesi gerektiğini söyledi:
“Siyasi kanaatimize, verdiğimiz oya göre ya cezalandırılıyoruz ya da kayırılıyoruz. Böyle bir devlet yapısı olur mu? Memur alımlarında, KPSS'de, yargıda, ihalede, atamalarda ‘bizden olanı’ kayırma anlayışı her şeyi çürütüyor. Bu ne dine, ne vicdana, ne hukuka sığar.”
“BEN SADECE MUHALEFETİ DEĞİL, ADALETİ SAVUNUYORUM”
Röportajın sonunda Altıntaş, partisinin tarihine ve kendi duruşuna dikkat çekerek şu sözlerle tamamladı:
“Ben burada bir muhalif partinin değil, adaletin savunucusuyum. Demokrat Parti, Türkiye’de çok partili hayatın, demokrasinin köklerinden biridir. Biz halkın iradesine saygıyı, hukukun üstünlüğünü savunuruz. Eğer birisi suç işlemişse, yargılansın, cezasını çeksin. Ama baskı ve korkuyla sindirme politikası yürütülürse, demokrasi ortadan kalkar. Ben bu ülkede 85 milyon insanla birlikte özgür, zengin, adil ve müreffeh bir hayat istiyorum. Bu hepimizin hakkı.”