Ben şahsen şiirden, sanattan çok çok anlayan biri değilim. Bununla birlikte sanattan anlamasak ta sanatçının halinden bir nebze olsun anlarız. Hatta çoğu zaman ben, anlamakla kalmam araştırırım, o nüktedan satırları bir araya dizme dizerken de padişahları ipe gitme pahasına dize getirmesine sebep olan satırlarla alayını dizme cesaretini nereden bulurlar diyerekten araştırır okurum. Okurken de gerçekten çoğuna katıla katıla gülerim.
Mesela Nef’i… Nef’i ‘Bülbülün çektiği dili belası’ hesabınca kendisini idama kadar götüren sanatını icra etmekten bir dem geri kalmaz. Kısa hikayesini sizlerle paylaşayım.
Şair Nef’î Efendi, saraydakilerle alay eden şiirler söyler, yazdığı hicivlerle dönemin birçok isminin nefretini ve öfkesini üstüne çekerdi... İşte bunlardan biri de Vezir Tahir Efendi idi. Ona da hakaret ettiğinden, Tahir Efendi Nef’î’ye “Kelb” demişti. Nef’î de hemen bir şiirle ona cevap verir:
“Bize kelb demiş Tahir Efendi/İltifatı bu sözüyle zahirdir/Maliki’dir benim mezhebim zira/İtikadımca kelb, tahirdir...”. Yani özü ‘Ben Maliki mezhebindenim, benim itikatımda köpek Tahir’dir’ diyor, üslubunca.

Şeyhülislam kendisini ikaz eder.
Zamanın Şeyhülislamı onu ikaz etmiş, bir Müslüman’ı kötülerken aşırı gidilirse küfre düşülebileceğini söyler. Nef’i de buna karşılık olarak;
“Müftü efendi bize kâfir demiş/Tutalım ben O’na diyem Müslüman/Lâkin varıldıkta ruz-ı mahşere/İkimiz de çıkarız orada yalan...” diyerek cevap verir...
Daha sonra tahta çıkan Sultan 4. Murad Han onu Başkatipliğe tayin etti, fakat kimseye ilişmemesini söyledi. Her ne kadar Nef’î, Padişaha bu konuda söz verse de, yaradılışı icabı, kalemini durduramayıp Sadrazam Bayram Paşa hakkında bir hicviye yazdı:
“Gürcü hınzırı, a samsun-ı muazzam, a köpek/Nerde sen, nerde sadrazamlık, a köpek/Vay ol devlete kim ola mürebbisi anun/Bir senin gibi deni cehl-i mücessem, a köpek...”

“Mübarek teriniz damladı!”
Sadrazam bundan son derece incindi. Fakat saray terbiyesi icabı, kimse bunları Padişaha bildirmiyordu. Padişah hasbelkader bunun farkına varınca, onu son defa ikaz etti. Fakat tıyneti icabı, işi daha da ileri götürdü. Halife-i Müslimin olan Padişaha, her zaman yüzüne karşı methiyeler düzdüğü halde, günün birinde onu tenkid eden, alaycı bir şekilde hicveden “Sihâm-ı Kazâ” isimli şiiri yazdı. Padişah bunu öğrenince, onun cezalandırılmasını istedi. Fakat kurnaz Nef’î, hemen saraydaki zenci ağalardan birine giderek Padişahın kendisini affetmesi için bir dilekçe yazması için yalvardı. Saray ağası dayanamayıp bir dilekçe yazdı. Tam imzalarken, kalemden bir damla siyah mürekkep kağıda damladı. O anda şairin hiciv damarı kabardı ve o zor anında bile zenci saray ağasını renginden dolayı kötülemek için “Mübarek teriniz damladı efendim” deyiverdi. Bu onun son sözleri oldu ve zenci saray ağası Nef’î’yi hemen cellada teslim etti. (26 Ocak 1635) yılında idam edildi.
İşte böyle… Nef’i hicvini üst limitlerde yaşadığı ve yaşattığı için kimseye yaranamaz, en sonunda padişaha bile methiyeler düzdüğü halde damarına bastığı bir ‘Ağa’nın cellada teslim etmesi ile hayata veda eder. İşin ilginç tarafı kellesinin gideceğini bile bile bunu yapmasıdır.
Gelelim bizeeee…
Biz hiçbir zaman Nef’i olamadık, olamayız. Zira kellemiz onun kadar etmez. Amma kellemizi kopartmak isteyeninki bizimkinden önce gider bu da biline.
Onun için boşuna demiyorum,
Padişahım, mübarek selamını aldım, gördüm ki cümlelere mübarek terin damlamış, bugünlerde terin çok tuzlu, dikkat et önce seni yakar. Herkes ‘Padişahım çok yaşaaa’ dese, yalakalıktan nemalansa bile, bu aciz gördüğün kulların, ne sana biat eder, ne de senin tehditlerine boğun eğer. O tehditleri sen çapulcularına gönder.
Ne demiş şair,
Sesim çıkmıyor diye sanma ki uysal koyunum,
Kesilir amma uzamaya gelmez asla boynum!