Tarih merakı, ‘İnsanın başına ne gelirse meraktan gelirmiş’ dedirtircesine beni zorlu uğraşlara itti. Yazılarımı kaleme aldığım ilk günlerden bu güne değin çizgimde en küçük bir değişiklik olmamışken, üslubum ve ilgi alanım kısmen farklı alanlara kaydı. Önce siyaseten başladım yazılarımı yazmaya, ardından güncel siyasi olaylar, toplumsal olaylar, level’ler derken belgesellere kadar dayandık, siyaseti bıraktık.
Belgesel tadında kaleme aldığım yazılarımda hayvanlar aleminin çarpıcı yanlarını ön plana çıkarıp sizlerle paylaşma gayretine girdiğim yazılarımın ardından rüyalarımı paylaştım okurlarımla. Rüyaların ardından ise Osmanlı Devleti’nin ve dünya tarihinin padişahlık, krallık örneklerini aktarmaya çalıştım. Sadrazamları, soytarıları hikâyeleri bir roman tadında sizlerle paylaştığıma inanıyorum. Niye roman tadında dedim? O kadar benimsenmiş ki hikâyelerim, bir vatandaşımız kralın soytarısını anlattığım hikayemin ardından kendisini o soytarının yerine koymuş. Soytarı benin diyesi kapı kapı kahve kahve dolaşıp anlatmış sonra da bakmış ki alay konusu, soluğu adliye koridorlarında almış. ‘Bana soytarı diyor’ diyesi…
Neyse ki ondan başka hikayeleri ciddiye alan olmadı ki yüce mahkemelerimiz boş ve gülünç bir o kadar da ironik bu iddia ile fazlaca uğraşmadı. Şimdilerde tarih merakım, mekanımın, kendisini kral ya da padişah ya da her neyse bir halt zannedenlerin gönderdiği selamlarla dolup taşıyor. Kendini bir kral ya da dediğim gibi padişah sanan birileri ‘Tiz kellesi vurula’ fermanını buyurmuş ki bir Ulubatlı selamı emir telakki ederek kapımıza dayanmış.
Bütün bu olanlar da beni yeni meraklara itti. Malum İT’lik. Kral ile padişah arasında ne fark var merakı Google ile haşır neşir yaptı beni tekrardan. Gerçekten çok ilginç notlar var sözlüklerde. Bazılarını sizlerle paylaşayım:
Kral, cezayı kendisi verir, padişah ise taşeron kullanır:
Kral ‘Sen! Bunu çoktan hak ettin Yollukus Haciyus, al sana! Al Sana!
Padişah ‘Yıkıl! Melun! … Subaşı! Tiz boynu vurula!...’ (Bu benim hikayeme uyuyor)
Farkları ne olursa olsun; ikisi de sağlam meslektir (bunu çok tuttum)
Padişahlar virgülden sonra boşluk bırakır, krallar bırakmaz.
Padişahlar tarih kitaplarında haşmetin, adaletin ve gücün sembolü olarak işlenir; krallar ise ikiyüzlülüğün ve acizliğin sembolü olarak gösterilirler.
Ama işte ne var ki meşrutiyetin ilan edilmesi, padişahın kendini ‘Kral’ zannederek yapmaya kalktığı uygulamalar, adaleti tesis etme noktasında tebaasına eşit davranmayan kolluk kuvvetleri tarihe birçok notu dipten doğru düşmüştür. Vakanüvisler duygularını işin içerisine katmadan tarihin dibine düştükleri bu notlarla günümüzden geçmişe bir pencere aralama gayretlerini eserleriyle bize miras bırakırken acaba 21. Yüzyılın teknolojik buhranları arasında yeni yeni krallar peyda olacağını hesaba katabilmişler miydi, bilemiyorum.
Ancak benim geçmişten hikayeleri bugüne taşıyarak hatırlatma, bazen de rüyalarımla birleştirerek kattığım bir tutam yorumla yoğrulan hikayeler görülüyor ki kimilerinin kendilerini yazılanlarla özdeşleştirme mecburiyeti hissettiğini ortaya koyuyor.
Bütün bu olup bitenlere kimi zaman yüksek sesle kimi zaman da mırıldanarak tepkilerini dile getirmeye kalkışanlar da çakma kralların hışımlarından nasibini almaktan kurtulamaz hale geliyorlar. Oysaki bir başkaldırı hevesinin samimiyetsiz mimarları ortaya koyma gayretine girdikleri başkaldırı senaryosunun baş aktörü iken bir anda kendi yarattıkları samimiyetsizliğin, yalnızlığın girdabında boğulmaktan kurtulamaz hale geliveriyorlar.
Sıkı senaryoları yazmak bilge işidir, krala karşı yazılan senaryoları yazmak ise yürek işidir. Hadi yazdın, oynamak ondan daha çok yürek ister, güven ister, özveri ister, tecrübe ister, kısaca ağa’lık ister. Ya ağa olacaksın ya da ırgat. Bilen bilir, anlayan anlar. Zaten lafımız anlayana, anlamayanla işimiz olmaz, biz öğretmen değiliz bu yaştan sonra öğretelim. Tarihin tozlu sayfalarında, kendini riyaziyatçı zanneden eblehlerin tutarsız formüllerle kurmaya çalıştıkları denklemler içerisinde debelenerek yerin dibine geçişlerini izlerken kimi zaman ibretle gülüyor, kimi zaman da bir insanın her şeyi bilmesi, anlaması, idare etmesinin mümkün olmayacağını bilmeden kestiği ahkamları televizyon ekranına acıyarak bakıyorum. Acı’m küçük.
Ne demişler, iyiler seyirci kaldıkça şeytan her zaman kazanır…
Haydi hayırlı tıraşlar…