Kulluk kelimesini her ne kadar çok kullansak da, yeterince bu kavramı idrak edebilmiş değiliz. Bu sadece halkımız için böyle değildir; 'entelektüel' düzey için de durum aşağı yukarı aynıdır. Her Müslüman Allah'a kul olduğunu, O'nun emirlerine itaat etmesi gerektiğini kabul eder ve bunu beyan da eder. Ancak genelde bu beyan, 'sözlü onay'ın ötesine geçmez ve bir 'bilinç' düzeyine çıkmaz. Bunun en temel nedeni de, toplumun genelinde (samimiyet olsa bile) 'ilm'in olmaması ya da 'yetersiz' olmasıdır.
 
Kur'an'ın dikkatli okurları, "Allah'ı ilah olarak kabul etmek" ile "O'na kulluk etmek" ilişkisinin mahiyetini ve sonuçlarını bilirler. Burada, evet, 'zorunlu' bir ilişki vardır; zira Allah'ın ilah kabul edilmesi, O'nun 'üst otorite' olduğunun ikrarı demektir. Üst otorite, tartışmaları bitirir ve sonuçta da ortaya 'itaat ilişkileri' çıkar. Yani "La ilahe illallah" diyen kişi, esas itibarıyla, Allah'ın bütün emir ve yasaklarını 'doğrulayan' ve bunun sonucu olarak da, bu emir ve yasaklara 'uyan' kişidir. Bu durumda, bu ikrarı dile getiren kişinin 'yaşam tarzı' şekillenmiş olmaktadır. Bu kişi (yani mü'min) artık bir konuda 'kendi başına' (yani hevası doğrultusunda) hareket edemez.
 
Dolayısıyla, ilah olarak Allah'tan başkasını kabul edenler de belirli 'sınırlar' içerisinde yaşarlar. Değişen tek şey, bu sınırları belirleyen 'otorite'nin farklı olmasıdır, islam'da bu sınırları tek bir otorite (Allah) belirler iken, başka 'dinlerde sınırları başka 'efendiler' belirlerler. Bu efendiler de çeşit çeşit ve çokludur. Kimi zaman efendi, kişinin 'heva'sı, kimi zaman bir 'tağut', kimi zaman da 'Şeytan'dır. Efendisi 'tek' olan, itaat ilişkilerinde "zorlanmaz; çünkü emir tektir ve yapılması gereken de bellidir. Efendisi 'çok' olanın ise, işi zordur; çünkü her bir efendi, hizmetçisini farklı çıkarlar ve niyetler doğrultusunda yönlendirmek ister.
 
Bu nedenledir ki, açıkça ve altını çizerek bir kere daha ifade edelim ki, tek efendili olmak, büyük bir rahmettir. Aksi insana zulümdür. Bunu dini bir terminoloji kullanmadan bile rahatlıkla ifade edebiliriz. O bakımdan, akıllı insan, tek efendiye hizmet eden insandır. Şu halde bu 'tek efendi' kim olacaktır, kim olmalıdır?
 
Tek efendi, aşikârdır ki, beşer nevinden olmamalıdır. Çünkü o zaman, insan, kendi cinsinden birini 'ilah' edinmiş olur ki, bu bizatihi 'zulüm'dür. Zira beşer, sonuçta 'muhtaç' (eksik) bir varlıktır. Muhtaç olan ilah olamaz, ilah, Samed olmalıdır. Samed olmak için ise, beşer cinsinde olmayan üstün vasıflara sahip olmak gerekir ki, bunlar hakkıyla sadece Yaratıcı da vardır.  Bu yaratıcı da sadece Allah’tır. İşte Allah'a kul olmak bunun için adalettir. Zira Allah'a kul olan, "ait olduğu yerde durur." Yani insanın 'durması gereken bir yer' vardır ve orası da 'kulluk' noktasıdır. Kul olan, Hakk'a tabi olur ve yaptığı eylem de, bu yüzden 'hakk'tır. Yani 'doğru'dur. İşte 'kulluk' kavramı bu şekilde anlaşıldığında, modern terminolojinin en merkezi kavramı olan özgürlüğün hiçbir sahici değeri olmadığı da kendiliğinden ortaya çıkar.
 
0 bakımdan, Müslümanlar olarak, 'kul' olduğumuzu söylediğimizde, kulluğun gereklerini hakkı ile yerine getirmemiz lazım geldiğini de bilmemiz gerekmektedir. Kul, namazda Allah'ın emrini dinlerken, günlük yaşamda Sezar’ın emrini dinleyemez. Kul, Hacc'da Allah'ın emrine uyarken, siyasal düzen noktasında modern ideolojilerin emrine uyamaz. Kul, her hal ve durumda, kulu olduğu varlığın emrine uygun hareket etmelidir. Bunu yapabilmek için de, tabii ki her hal ve durumda Müslüman olması gerektiğini bilir.
 
Müslümanlık iddiasında olan herkesin bilmesi gereken; İslam ile cehaletin asla yan yana gelemeyeceğidir. Hak ile batılın bir arada olamayacağıdır. Lakin maalesef zamanımızda hak ile batıl iyice birbirine karışmıştır. Kitabımızda “La telbisul hakka bil batıl” hükmü vardır.
 
Rabbimiz bizleri sadece kendisine kulluk yapan, hakkı batıla karıştırmayan kullarından eylesin.