Ali İhsan Amca -ki kendisine “Amca” diye hitap edecek kadar bir yakınlığa sahiptim- hem aynı apartmanda oturup bir sene kadar komşuluk yapmamız, hem oğlu Bayezid’le arkadaş olmam hem de yıllar yılı müdürlüğünü yaptığı el yazması kütüphaneye gelip gitmem sebebiyle aramızda çok güzel bir dostluk vardı. Bu kıymetli insanı sizlerin de tanımasını isterim. O yüzden biraz uzun ve kişisel yazacağım:

Ali İhsan Yıldırım 1953 yılında -babamla aynı yıl- Tire Gökçen nahiyesinde doğup büyümüş ve Atatürk Üniversitesi Arap Fars Dili Edebiyatı’ndan 1981 yılında mezun olmuştu. Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bağlı farklı birimlerde çalıştıktan sonra 90’ların başında Necip Paşa Kütüphanesi’ne tayin edilmiş, uzun yıllar buranın müdürlüğünü deruhte etmişti. Kütüphane hakkında da biraz bilgi vermek isterim: Ali İhsan Amca’nın DİA’daki “Necip Paşa Kütüphanesi” maddesinde yazdıklarına bakılacak olursa söz konusu kütüphane eski Bağdat Valisi Necip Paşa [1785-1850]nın vakıf eseri olarak 1827’de inşa edilmiş. Kütüphaneyi Ali İhsan Amca şu şekilde tanıtmış: “[…] halen 1147’si yazma, 1135’i basma olmak üzere toplam 2282 Arapça, Farsça ve Türkçe eser bulunmaktadır. Bunların 671’i Necip Paşa tarafından temin edilen ve bakımı yapıldıktan sonra kırmızı deri mahfazalar içinde korunan değerli eserlerdir. Muhtelif şahıs ve kuruluşlardan gelen hibelerle toplam kitap sayısı 11.330’ a ulaşmıştır.”

Kütüphaneciliği yanında insanlarla kurduğu iletişimin niteliği benim nazarımda Ali İhsan Yıldırım’ı ayrıcalıktı kılan en önemli özelliği idi. Şöyle ki Ali İhsan Amca tam bir eski dünya insanı, unuttuğumuz kibarlığı, centilmenliği sonuna kadar yaşayan ve yaşatan çelebi ruhlu bir İstanbul beyefendisi idi. Kütüphanede görev yaptığı müddetçe farklı sosyal çevrelerle çok iyi ilişkiler, diyaloglar kurmuştu. Bunları akademisyenler ve akademik çevreler, amatör tarihçiler ve ortalama kütüphane okurları, bir turizm elçisi şapkasına büründüğü zamanlarda şehre gelen misafirler, sosyal yardıma muhtaç fakir hemşehrilerle kurduğu diyaloglar olarak kısaca tasnif etmek mümkün. Bu kısımları biraz açmak isterim. Zira hayata dokunan kısımları ve alacağımız hisseler burada saklı.

Yıldırım, el yazması kütüphanede görev yapan bir “muhibbân-ı kütûb ve hâfız-ı kütüb” olarak özellikle Sanat Tarihi, Tarih, Edebiyat, İlahiyyat, Tıp Tarihi ve Deontoloji bölümlerinden gelen araştırmacılara kanunların verdiği yetki dahilinde sonuna kadar yardımcı olurdu. Kitaplar zarar görmesin diye mümkün mertebe gayret göstererek kitapların mikrofilmlerini, dijital kopyalarını alıp araştırmacılara temin ederdi. Yazma mahfazalarından tezhiplere, kitap ayracı olarak kullanılan kumaş dokumalara kadar araştırmacılar neyi sorarlarsa bilgisi dahilinde uzun uzun anlatıp aktarırdı. Zira pek çok kez yanında buna şahit olan birisi olarak bunları söylüyorum. Sabrına ve çelebi ruhuna her daim hayran kaldığımı kendisine belirtirdim.

Ali İhsan Amca’nın yanına sürekli gelip giden bir diğer grup şehirdeki yerel tarihçiler, emekli meraklılar, canı sıkılan, ruhu sıkılan, kütüphanenin gölgesine ve geniş bahçesine sohbete gelen kimselerdi. İsimlerini zikretmek bu yazının dışında olsa da Tire üzerine yazıp çizen, makale, kitap yayınlanan tarihçilerin hemen hepsi bütün belgeleri, bulduğu tespit ettiği ilk elden kaynakları Ali İhsan Amca’ya sorar okuturdu. Bu çalışmalar kitaplaştığı zaman da kendisine imzalı olarak hediye ederlerdi. Yerel tarihçilerin bazı bilgileri abartıp, çarpıtıp eğip büktüklerini görünce bana serzenişte bulunup “Umut, sen bir gün yazarsan tarihi gerçeklikleri eğip bükme, abartma, duygularına kendini kaptırma” şeklindeki sözleri bugün dahi hala kulağımdadır. Pek çok kişiye matbu seviye Osmanlı Türkçesi’ni küçücük okuma salonunda öğretmekten de yıllarca imtina etmedi. Uzun yıllar Paris’te yaşamış 70 li yaşlarında emekli bir Fransızca öğretmeni ilk aklıma geleni. Amatör meraklıların hevesini asla kırmaz, kimseyi kırmadan, dökmeden incitmeden yanlışı düzeltmenin bir yolunu bulurdu. Bu yönünü de hep takdir ederdim.

Ali İhsan Yıldırım resmi olarak herhangi bir vakfın herhangi bir görevinde olmasa da şehrin zenginleri, hali vakti yerinde olanlar ara sıra poşetler dolusu ihtiyaç ve gıda maddesini getirip kütüphaneye bırakırlardı. Yine garip gureba kimseler, geliri olmayan yoksul yaşlı iki büklüm teyzeler de o poşetleri alıp giderlerdi. Ama kimse kimseyi görmezdi. Sanırım şehirdeki hemen herkes ona bu konudan sonuna kadar güveniyordu. Buna başka bir örnek de kütüphane bahçesindeki şeftalilerin taksimiydi. Ali İhsan Amca, kütüphane bahçesinde yetişen şeftalileri yanında çalışan kütüphane memuru Nuri Bey’le toplar ama asla bir tanesini bile evine götürmez, kütüphaneye gelene gidene ikram ederdi. Bu bile onun ne kadar vakıf malına, mülküne saygılı olduğunu göstermeye yeter sanırım.

Belki yüz yıldır Tire’ye gelip kütüphanenin kubbesi üzerine yaptıkları yuvaya gelen leyleklerin bahçeye düşen yavrularını bin bir telefonla, rica minnet itfaiyecilere yerine koydururdu. Zira eskiden hayvan hakları konusunda hiçbirimiz günümüzde olduğu kadar duyarlı değildik. Ali İhsan Amca o konuda da çevresindekilere yani bizlere örnek olmuştu. Ayrıca gelene gidene çay kahve, gazoz, koruk şerbeti, dondurma gibi şeyleri de bol bol ısmarlardı. Farklı kesimlerle kurduğu bu güzel iletişim yanındaki memurlara ve kütüphaneyi koruyan özel güvenliklere kadar da sirayet etmişti. O kibarlık, Ali İhsan Yıldırım’dan çevresindekilere kalan hoş bir etkidir. Umarım kurumsal bir hafıza olarak kütüphanede sürdürülebilir.

Ali İhsan Amca’nın dikkat ettiği en önemli şey kütüphanenin her daim bakım ve onarımlarının eksiksiz yapılmasıydı, iklimlendirme sistemlerinin bakımına azami dikkat edilmesiydi. Ayrıca Cumhuriyet’ten 2000’lere kadar pek çok dergi, kitap vs. de kütüphanede de yıllar içinde birikmişti ve bunlar yazmaları boğacak hale gelmişlerdi. Resmi bir protokol ile yakın dönem Latin alfabesiyle yazılmış kitapları şehir kütüphanesine gönderdi ve yazmaları yakın dönem kitapların boğuculuğundan kurtardı. Bu da başka bir mesleki başarısıdır.

Yıldırım, ayrıca yazmak ve üretmekten de geri durmadı. Kütüphanedeki altın tezhipli yazmalara dair yıllar süren bir katalog çalışması yapmıştı. Basılınca bana da bir tanesini göndermişti. Yine şehre dair sempozyumlara nitelikle bildirileri ile elinden geldiğince katkılar verdi. DİA’ya maddeler yazdı. Anlattı, konuştu, aktardı. Bilgisinin zekatını sonuna kadar verdi.

İlerleyen zamanlarda ben biraz daha akademik manada palazlanıp master doktora işleriyle uğraşmaya başlayınca ve Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde uzman olarak çalışmaya başlayınca -2010 sonrası- benimle sizli bizli konuşmaya başladı. Sebebini sorunca da: “Umut, sen artık hoca olacaksın, biz senden öğreneceğiz, yeni şeyleri sen bulup öğrenip İstanbul’dan bize aktaracaksın, bizim okuyamadığımız, içinden çıkamadığımız konularda sen bize yardımcı olacaksın. O yüzden sana Umut Bey diyorum evlat” diyerek beni gururlandırmıştı. Kara çarşaflıdan kısa şortluya; uzun sakallı şalvarlıdan piercinli, dövmeli, küpeli insanlara kadar herkese eşit muamelede bulundu. Bugün çokça ihtiyaç duyduğumuz birlikte yaşama zeminini Tire’de ta 30 yıl önce yarattı ve görevi boyunca da sürdürdü.

Nezaketi öyle bir raddede idi ki çocukken uzun yıllar elektriksiz, susuz evlerde hayat yaşadığımızı, her gece camiden su taşıdığımızı, mum ışığında ders yaptığımı bilmesine rağmen o yıllara dair belki incinirim diye düşünerek tek bir kelime dahi etmedi, aramızda o günlere dair bir konuşma geçmedi. Benim anlatmadığım herhangi bir konuda asla zorlayıcı sorular sormadı. Ben hatırlamıyorum.

Sonraki zamanlarda da Ali İhsan Amca ile diyaloğumuz hep sürdü. Uzun yıllar Osmanlı Arşivleri’nde birlikte çalıştığım ve bu sene emekli olan Erkut Güngör’le aralarında her daim selam getirir götürür, bazen de telefonla onları konuştururdum. Zira Erzurum Arap Fars’dan sınıf arkadaşıydılar. 2016-2017 lerde kütüphane uzun bir restorayona girdi, 2018’de sanırım Ali İhsan Amca emekli oldu. Benim de şehirden ayağım o yıllardan sonra epey kesilmeye başladı. Kendisiyle o zamandan sonra ancak birkaç kez telefondan konuştuk veya yazıştık. Bugün de kardeşim Ali İhsan Amca’nın vefat haberini verdi. Duyunca çok üzüldüm. Ona dair hatıralarımı birkaç kelimeyle de olsa anlatmak istedim. Mekânı cennet olsun. Allah rahmet eylesin.

Umut SOYSAL

TC. Cumhurbaşkanlığı, Devlet Arşivleri Başkanlığı,

Dış İlişkiler ve Tanıtım Dairesi Başkanlığı

Editör: Haber Merkezi