O bir ressam, o bir heykeltıraş ve o bir casus… İzmir’in ulusal kahramanı Fuad Mensi Dikesiz’in Tilkilik’te başlayan acılarla dolu 85 yıllık hayatı iki evlilik yapmasına rağmen Tire’de tek başına yaşadığı evinde dramatik şekilde son buldu… Cansız bedenini ancak ölümünden beş gün sonra arkadaşları buldu.

Balkanlar’da, Trablusgarp’ta ve Kurtuluş savaşı yıllarında üç kıtada birbirinden tehlikeli görevler alan Fuad Mensi isteseydi servet içinde yüzebilirdi. O kadar mütevazi bir kişiliğe sahipti ki soyadı kanununun çıkmasıyla ‘kimseden bir şey istemeyen, dilemeyen” anlamında “Dileksiz” soyadını aldı. YENİ ASIR’ın da Selanik’te ‘Asır’ ismiyle yayımlandığı yıllarda bir süre gazetenin ressamlığını üstlenen Dileksiz arkasında filmleri aratmayacak bir hayat hikayesi ile yüzlerce tablo ve heykel bıraktı.

NADİR UYSAL (ÖZEL HABER)

İstanbul’un işgal yıllarında ‘İngiliz Kemal’ lakabıyla tanınan ünlü Türk casusu Ahmet Esat Tomruk’u herhalde tanımayanımız yoktur. İngiliz Kemal’in başarılarla dolu hayat hikayesi çizgi romanlara ve filmlere konu olmuş ve günümüze kadar taşınmıştır. Oysa bazı karakterler vardır ki hak etmesine rağmen hayat öyküleri tarihin tozlu sayfalarlında unutulup gitmiştir.

SANATÇI KİŞİLİĞİNİN ALTINDA YAMAN BİR CASUS

İşte onlardan biri… Bugün sizlere Osmanlı’nın korkusuz, gözü kara ve yaman mı yaman casusu Fuad Mensi Dikesiz’i anlatacağız.  Savaş, esaret ve sanatla geçen bir ömür… Aslında, o bir ressam, o bir heykeltıraş ve o bir casus… Fuad Mensi Dikesiz’in, İzmir Tilkilik’te 1880 yılında başlayan acılarla dolu 85 yıllık hayatı iki evlilik yapmasına ve çocukları olmasına rağmen Tire’de tek başına yaşadığı evinde 1965’te dramatik şekilde son buldu. Cansız bedenini ancak ölümünden beş gün sonra yakın arkadaşları dönemin belediye başkanı İsmail Taşlı ve ünlü Ressam Seha Gidel buldu.

MEZARI ALTI YIL ÖNCE BULUNDU

Balkanlar’da, Trablusgarp’ta ve Kurtuluş savaşı yıllarında üç kıtada birbirinden tehlikeli görevler alan Fuad Mensi isteseydi servet içinde yüzebilirdi. O kadar mütevazi bir kişiliğe sahipti ki soyadı kanununun çıkmasıyla ‘kimseden bir şey istemeyen, dilemeyen” anlamında “Dileksiz” soyadını aldı. YENİ ASIR’ın da Selanik’te yayımlandığı yıllarda bir süre ressamlığını üstlenen Dileksiz arkasında filmleri aratmayacak bir hayat hikayesi ile yüzlerce tablo ve heykel bıraktı. Tire’deki mezarı ise yıllar içinde ilgisizlikten kayboldu. Araştırmacı Yazar Yılmaz Göçmen’in uzun çabaları sonrası Dileksiz’in mezarı bulunarak yaptırıldı.

TARİHÇİ ALİ ÖZÇELİK ARAŞTIRDI

Tarihçi Ali Özçelik, Fuad Mensi Dileksiz’in her satırını heyecanla okuyacağınız romanları aratmayacak ibretlik hayat hikayesini mercek altına aldı. Mensi, 10 Nisan 1880 tarihinde, İzmir’in Tilkilik semtindeki Şeyh Mahallesi’nde dünyaya geldi. Varlıklı bir aileydi. Okul çağına geldiğinde ilk önce Tilkilik’teki Teshiliye Mektebi’ne yazılmış, İzmir’deki yeni usulde eğitim veren bu ilk iptidai mektebi bitirdikten sonra da Mezarlıkbaşı Rüştiyesi’ni tamamlamıştı. Eğitimine, günümüzdeki adı “Atatürk Lisesi” olan İzmir Sultani İdadisi’nde devam eden Mensi, ayrıca bir buçuk yıl boyunca İzmir’in Gül Mahallesi’ndeki Fransız Mektebi’nde dil eğitimi görmüştü. Arapça ve Farsça’nın yanı sıra Fransızca’yı da ana dili gibi konuşuyordu.

AİLESİ RESİM VE HEYKEL YAPMASINI YASAKLADI

Çocuk yaştan itibaren resim ve heykel sanatına ilgi duyan, ilginin de ötesi yaşından beklenilmeyecek derecede dikkat çekici çizimler yapmaya başlayan Fuad Mensi, bu konudaki en şiddetli tepkiyi ailesinden görmüştü. Muhafazakâr bir yapısı olan Ahmet Nuri Efendi, oğlunun güzel sanatlara olan yeteneğini öfkeyle karşılamış ve Mensi’nin, dinen günah olduğuna inandığı resim ve heykel sanatıyla uğraşmasını da kesin olarak yasaklamıştı.

PARİS’E GİTTİ

Aile baskısı Fuad Mensi’yi bir hayli bunaltmış, bu da almış olduğu iyi eğitim ve babasının nüfuzu aracılığıyla elde edebileceği devlet memuriyetini elinin tersiyle itmesine ve çok genç yaşında, bir daha geri dönmemek üzere ailesini terk etmesine neden olmuştu. Bir süre dadısının evinde yaşayan Mensi, İzmir’deki Avrupalı tüccar ailelerin, yani Levantenlerin sanat atölyelerinde çalışmaya, böylelikle de İzmir’deki sanat camiası arasında yavaş yavaş sivrilmeye başlamıştı. Ancak zamanla İzmir kendisine yetmemeye başlamış ve mesleki anlamda ilerlemek amacıyla14 Mayıs 1904 tarihinde, Fransa’nın Paris şehrine gitmişti. Levanten dostlarının da referansıyla, Paris’te önce Charles Despiau’nun heykel atölyesine girmiş, bir yıl sonra ustasının ölmesi üzerine ise Victoria Marcucci’nin yanında çalışmıştı. Marcucci Sanat Atölyesi’nde geçen altı ayın ardından ustalık mertebesine ulaşan Mensi, 1906 yılında, Fransa’nın Marsilya şehrinde kendi atölyesini açmıştı. Kısa zamanda eserleri Avrupa’nın çeşitli kentlerinde boy göstermeye başlayan genç ressam, şehirde natürmort tablolarıyla ünlendikten sonra Almanya’nın Berlin şehrine yerleşmişti. Burada, ilerleyen yıllarda “Mareşal” ve “Almanya Cumhurbaşkanı” olacak olan General Paul Von Hindenburg’un bir heykelini yapmıştı. Arayışını sürdüren Mensi, Berlin’de geçen ayları ardından önce İtalya’ya, oradan da Yunanistan’a gitmişti.

BALKANLARDA İSYAN RÜZGARLARI

Yunanistan’ın Selanik şehrinde, ‘ağaç heykeltıraşı’ Nico Haricakis ve Ressam Konstantin Mikailidis ile birlikte çalışmaya başlayan Mensi, aynı zamanda kendi resim atölyesini de açmıştı. Selanik'te yayınlanan ‘Asır’ gazetesinin sahibi Abdurrahman beyle ile tanıştıktan sonra ivatansever “Asır” gazetesinin ressamlığını yapmaya başlamıştı. Fakat, Balkanlar, ayrılıkçı isyancıların ateşiyle yanmaya başlamış, buna çözüm bulmak amacıyla bir araya gelen ve adına “İttihatçı” denilen bazı insanlarla tanışması sonucunda ise Mensi’nin yaşamı tümüyle farklı bir mecraya yönelmişti.

CASUS OLDU

Balkanlardaki kargaşada, Sırplar, Bulgarlar, Makedonlar, Ulahlar ve Rumlardan oluşan siyasi çeteler hem birbirleriyle hem de Türklerle mücadele ediyorlardı. Oluk oluk kan akıyordu. Türklere yönelik kitlesel cinayetler işlemekteydi. O tarihlerde bir yeraltı örgütü olan İttihat ve Terakki Cemiyeti, Balkanlar’da hızla örgütlenmişti. Cemiyet’e, kısa zamanda, zabitlerin yanı sıra farklı sosyal kesimlerden çok sayıda sivil de katılmıştı. Bunlardan biri de Fuad Mensi’ydi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ilk 100 üyesi arasında yer alan Mensi, 1900’lü yılların başlarında İttihatçıların merkezi konumunda olan Selanik’te,  kimsenin şüphesini çekmeyen bir ressam olarak Cemiyet’in fedailerine istihbarat toplamıştı. O yıllarda, zekâsı ve yetenekleriyle İttihatçı şeflerin güvenini kazanan Fuad Mensi’nin ilk gizli görevi ise 1908 yılında sona ermişti.

TÜRKLERE ZULÜM VE BASKI ARTIYOR

Balkanlar, coğrafi ve sosyo-kültürel yapısı gereği pek çok eşkıya grubuna ev sahipliği yapan zorlu bir coğrafyaydı. Bu çetelerin tamamen imhası da mümkün değildi. Çünkü Bulgar, Yunan ve Sırp çeteleri Hıristiyan köylülerinden ve kiliselerden destek alıyor, onların yataklığı ve muhbirliği sayesinde de Türk köylerine baskı uyguluyorlardı. Ayrıca kayıklarla Ege sahillerine de baskın düzenliyorlar ve işledikleri suçların ardından tekrar adalara sığınıyorlardı. Şeflerine “Kaptan” denilen bu çetelerin işlemiş olduğu cinayetler ve soygunlar, Osmanlı jandarması tarafından engellenmek istense de kolluk kuvvetleri, her birine yetişemiyor, böylesi durumlarda da devreye casuslar giriyordu.

MANASTIRA KEŞİŞ KIYAFETİ İLE SIZDI

Fuad Mensi de bu casuslardan biri olarak, Kara Yorgi Çetesi’nin imhasıyla görevlendirilmiş, bu hedef doğrultusunda da uzamış sakalları, üzerine giymiş olduğu keşiş cüppesi ve adına tanzim edilmiş sahte kimliğiyle, bölgenin ünlü dini merkezlerinden biri olan Aynaroz Manastırı’na sızmıştı. Yunanistan'ın Halkidiki yarımadasından Ege Denizi'ne doğru uzanan bir yarımadada, oldukça dağlık bir mevkide bulunan ve Ortodoksların en önemli dini merkezlerinden biri olan bu mabet, aynı zamanda Kara Yorgi Çetesi’nin de lojistik ihtiyaçlarını karşıladığı ve cephane eksiğini giderdiği bir yapıydı.

ÇETEYİ İMHA ETTİRDİ

Oldukça tedbirli bir casus olan Fuad Mensi, uzun bir süre kimliğini açık etmeden bilgi toplayıp, bağlantıları deşifre etmiş; doğru zamanda İttihatçılara yapmış olduğu ihbarla, da Kara Yorgi Çetesi’nin Manastır yolunda pusuya düşürülmesini sağlamıştı. Suçluların bir kısmı idam edilmiş, bir kısmı da hapse atılmış, bu başarının mimarı olan Fuad Mensi ise bizzat Enver Bey tarafından, kabzası altın işlemeli bir tabanca ile ödüllendirilmişti.

DEŞİFRE OLDU KARA LİSTEYE ALINDI

Fuad Mensi önemli bir görev başarmıştı fakat bu sayede pek çok yeni düşman da kazanmıştı. Balkan eşkıyalarının pek çoğu kendisini kara listeye alıp, öldürülmesi üzerine peşine adam takmış, Balkanların kendisi için artık güvenli olmadığını bilen Mensi de Enver Bey’in onayıyla ilk önce Beyrut’a, oradan Şam'a, daha sonra da Medine'ye geçmişti. Bu günlerde, sanatıyla tekrar ilgilenme imkânı da bulabilmiş ve Ortadoğu'da Müslüman ailelerin ev süslemelerini, Hristiyan zenginlerin ise heykellerini yapmıştı. Yeterli miktarda para toplayınca da Mısır’ın İskenderiye şehrinde bir atölye açmıştı.

ERMENİ ASILLI ALMAN KIZLA EVLENDİ

Kısa bir süreliğine Mısır’dan ayrılıp Marsilya’ya giden Fuad Mensi, ani bir kararla burada, Ermeni kökenli bir Alman olan Elyse ile evlenmişti. Balayının ardından İskenderiye’ye dönen genç çiftin, Sara adında bir de kızları olmuştu. Nihayet mutlu bir aileye ve huzurlu bir yaşama kavuşan Fuad Mensi’nin bu huzurlu günlerinin sona ermesi ise çok sürmemiş ve kendisine gelen bir görev emri ile bu defa da Afrika yolunu tutmuştu.

MUSTAFA KEMAL İLE AYNI CEPHEDE

1911 yılında, Osmanlı İmparatorluğu’nun yüzyıllardır hüküm sürdüğü Kuzey Afrika topraklarında kanlı bir savaş başlamıştı. Akdeniz’de yayılma politikası güden İtalyanlar, bu tarihte, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuzey Afrika’daki son toprağına saldırmışlar ve Trablusgarp ile Bingazi’ye asker çıkarmışlardı. Saldırı üzerine, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bünyesindeki pek çok gönüllü de yerel savaşçıları örgütlemek amacıyla İmparatorluğun bu kadim topraklarına doğru yola çıkmışlardı. İtalyan Donanması’nın denizi ablukaya alması nedeniyle başta Binbaşı Mustafa Kemal ile Berlin’deki görevinden gelen Enver Bey olmak üzere Fethi (Okyar) Bey, Süleyman Askeri, Kuşçubaşı Eşref, Afyonkarahisarlı Ali (Çetinkaya), Nuri (Killigil) Bey ve Halil (Kut) Bey gibi çok sayıda İttihatçı zabit ve fedai bu işte görev almıştı.

PATLAYAN BOMBA İLE YARALANDI

Artık deneyimli bir istihbaratçı haline gelen Fuad Mensi de gelen talimat üzerine, sahte bir kimlikle harekete geçmiş ve uzun ve maceralı bir yolculuğun ardından önce Fransa’ya, oradan da Fas, Cezayir ve Tunus yoluyla Trablusgarp’a varmıştı. Cepheye varır varmaz Enver Bey’in kumandasındaki milis kuvvetlerine dâhil olan Mensi, Derne yakınlarındaki Ayn-ül Mansur Karargâhı’nda görevlendirilmiş ve Arapça bilgisi ile İtalyanlara karşı organize edilen direniş hareketinde aktif görev üstlenmişti. Fuad Mensi, savaş boyunca bilgi toplama, casusluk, cephane ve erzak sevkiyatı gibi vazifeleri yerine getirmiş, bu arada patlayan bir şarapnel parçalarıyla yaralansa da kısa zamanda tekrar ayağa kalkmıştı.

27 BİN ALTINI OSMANLI ASKERLERİNE GİZLİCE ULAŞTRDI

Kendi anlatımına göre, Trablusgarp Savaşı sırasında pek çok zorluk çekmişlerdi. Örneğin, sıklıkla susuzluk sorunu çekmelerinden dolayı, toprağa dört direk çakıp üstüne bir branda germişler, yerlere de kovalar koymuşlar ve yağmur suları brandanın ortası ile kovaların içinde biriktiği zaman, onu kaynatıp, içme suyu olarak kullanmışlardı. Yiyecek sıkıntısının da baş göstermesi üzerine bir kazan suyun içine sadece bir kâse un atıp, yemek yapmışlardı. Zor şartlarda geçen yaklaşık bir yılın ardından Balkan Savaşları’nın çıkması üzerine ise birçok İttihatçı Trablusgarp’ı terk etmişti. Mensi ise son bir görev daha üstlenmiş ve Osmanlı Hükümeti’ne ait 27.000 altın ile gizli bazı evrakları kamufle edip, develer aracılığıyla Sina yarımadasındaki Osmanlı kuvvetlerine götürmüş, bu yolculuk sırasında İngiliz kontrol noktalarının aşılmasında ise büyük katkısı olmuştu. Trablusgarp Savaşı’nda yaralanarak “Gazi” olan, sonrasında da hapisten kurtulan Fuad Mensi, İskenderiye’de, eşi ve kızıyla bir yıl kadar birlikte zaman geçirmiş fakat yeni bir gelişme ile huzuru bir kez daha bozulmuştu.

ESİR DÜŞTÜ HAYATTA KALMAYI BAŞARDI

Osmanlı İmparatorluğu, 1914 yılında, I. Dünya Savaşı’na dahil oldu. Savaş, farklı kıtalarda açılan cephelerle sürdürülse de emperyalist paylaşımların yapıldığı Arap coğrafyasında çok daha şiddetli yaşandı. Bir süre sonra İskenderiye kentinde yaşayan Mensi’nin evi İngilizler tarafından basılmıştı. Aile fertleriyle birlikte tutuklanan Mensi, tıpkı diğer Türk savaş esirleri gibi El Maadi Esir Kampı’na getirilmişti. Mensi, Mısır’daki kampta, diğer esir askerler gibi eziyet dolu günler geçirmişti. Kamptaki Türk savaş esirleri arasında dizanteri, verem, sıtma, pellegra ve çok hızlı yayılıp yüzlerce kişinin gözlerini kaybetmesine neden olan trahom gibi hastalıklar çok yaygınlaşmıştı. Bu nedenle Mısır’daki kamplara gönderilen 100.000’den fazla Türk esirinden 10.000’i, bir daha evlerine dönememişti. Mensi ise hayatta kalmayı başarabilmiş, üstelik bir süre sonra da esaretini bitirecek bir gelişme yaşanmıştı. Bölgedeki Osmanlı’ya bağlı nüfuzlu Arap ailelerin, şehrin önemli isimlerinden Ömer Paşa’nın ve İttihatçıların çabası neticesinde, verilen rüşvetlerinde sonucunda esir kampından kaçırılmıştı. Ancak kurtulduğuna pek de sevinememişti. Hürriyetine kavuşur kavuşmaz, kendisiyle birlikte tutuklanıp, Malta adasına sürgüne gönderilen eşi Elyse’nin vefat ettiğini, kızı Sara’nın da Marsilya’daki dedesi Binbaşı Clark’a teslim edildiğini öğrenmişti. Fuad Mensi, ailesinin dağılmasından ve artık aranan bir şahıs olması nedeniyle dostları aracılığıyla önce Rodos’a,

YENİDEN EVLENDİ AMA ACILARI DİNMEDİ

Fırtınalı yaşamı İzmir’e gelişinin ardından durulan Fuad Mensi, bu yıllarda ikinci evliliğini de gerçekleştirmişti. Eda isminde bir kadınla evlenen Fuad Mensi’nin, bu evliliğinden bir kızı olmuşsa da talihsiz bebek, doğumdan çok kısa bir süre sonra ölmüştü. 1919 yılında Samim adındaki oğullarının doğumu aile için bir teselli olurken, sonrasında Berrin ve Begam adını verdikleri iki kızının da küçük yaşta menenjit hastalığı nedeniyle ölmesi, Fuad Mensi’ye ardı ardına acılar yaşatmıştı.

YUNANA KARŞI MÜCADELE VERDİ

Mensi’nin evlat acısı çektiği günlerde, tüm Anadolu toprakları da derin bir keder yaşamaktaydı. I. Dünya Savaşı’ndan yenik ayrılan Osmanlı İmparatorluğu, galip devlet tarafından dayatılan bir dizi anlaşma neticesinde işgale uğramış ve 15 Mayıs 1919 tarihinde, İzmir’de başlayan Yunan işgali, kısa zamanda iç kesimlere dek yayılmıştı. Kitlesel katliamların ve tecavüzlerin yaşandığı bu tarihlerde, Fuad Mensi, fiilen cephede savaşa katılamamışsa da İzmir’deki Milli Mücadele yanlısı gizli teşkilatların içinde yer almıştı. Silah sevkiyatı yapılan ve Anadolu’ya gönüllü kaçırılan bu süreçte, mimli bir şahıs olmasından mütevellit devamlı surette göz hapsinde tutulan Mensi, o nedenle İzmir’in Kemeraltı Caddesi’nde yer alan atölyesindeki çalışmalarını çok temkinli yürütmüştü. Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Türk ordusunun büyük zaferi üzerine ise yorucu ve maceralı yaşamı sükûnet bulan Mensi, artık yalnızca sanatsal faaliyetleriyle anılmaya ve ünlenmeye başlamıştı.

İZMİR’DE ATATÜRK HEYKELİNİN ALÇI KALIBINI DÖKTÜ

Mensi,1925 yılında, İzmir Valisi Kazım Dirik Paşa’nın isteği üzerine Pasaport mevkiinde yer alan Atatürk heykelinin yapımı için İtalyan Heykeltıraş Pietro Canonica ile çalışmıştı. Heykelin alçı kalıbını Fuad Mensi hazırlarken tunç kalıbını ise Canonica dökmüştü. Aynı yıl, bu özel eserin yanı sıra Mensi’nin evliliği de sona ermişti. Bu durum neticesinde eşi Eda ile oğlu Samim’i terk eden Mensi, Paris’e taşınıp, bir süre sipariş eserler yaparak geçimini sağlamıştı. Sonrasında da İtalya’nın Trieste şehrine geçerek, Atatürk Heykelinin yapımı sırasında kalfalığını yaptığı Pietro Canonica ile ortak çalışmalar yapmıştı. Buradaki sanat dolu yaşamı ise İtalyan Hükümeti’nin, Türklerin İtalya’da iş yapmalarını yasaklanmasının ardından sona ermişti. İtalya’dan İstanbul’a dönen Mensi, Unkapanı’nda bir atölye açmış ve kartonpiyer süsleme işine girmişti. Fatih, Aksaray, Laleli semtlerindeki binaların kartonpiyer işlerini yapan Mensi, ayrıldığı eşi Eda’yı ve oğlu Samim’i de yanına getirmiş ve tekrar bir aile olmuştu. Fakat bu da uzun ömürlü olmamış ve şiddetli geçimsizlik nedeniyle, 1934 yılının Ağustos ayında eşinden bir kez daha ayrılıp, onu ve oğlunu, bir daha görmemek üzere İzmir’e göndermişti.

TİRE’YE YERLEŞTİ

Mensi, 1952 yılının Mart ayında, İzmir’deyken Tire’de sinema işleten Selahattin Altunuç’la tanışmıştı. Altunuç, Fuad Mensi’yi kente davet etmiş ve Tire’ye gelen ve çok seven Mensi de Tirelilerin gözde mesire alanı olan Derekahve Semti’nde, limon ağaçlarının gölgesinde, çivit mavi renkte bir ev satın almıştı. Vakit kaybetmeden Kız Meslek Lisesi’nin karşısına da bir atölye açmış, bir yandan da Altunuç Sineması’nın alçı panolarını, kartonpiyerlerini ve dekorasyonunu yapmıştı.Mensi’nin Tire’deki en yakın dostları Belediye Başkanı İsmail Taşlı, Müze Müdürü Faik Tokluoğlu, Ressam Seha Gidel, Doktor Mehmet Güvensay, Fotoğrafçı Salih Topuz, Fotoğrafçı Cafer Sümer ve Gazeteci Mehmet Kurşaklıoğlu’ydu. Tire’nin kültür tarihi açısından her biri birbirinden kıymetli olan bu insanlar, sıklıkla bir araya gelmişler ve oldukça eğlenceli ve sanat dolu sohbetler gerçekleştirmişlerdi.

GERÇEK KİMLİĞİNİ KİMSE BİLMİYORDU

Zamanla Tire’de tanınan ve çok sevilen Fuad Mensi “Ressam Dede” ve “Beybaba” olarak ünlenmişti. Halk arasında onu gerçek anlamda tanıyan hemen hemen hiç kimse yoktu. Kışın uzun bir pardösü, yaz aylarında ise temiz, ütülü, beyaz renkli bir takım elbise giyerdi. Uzamış beyaz sakalları, başındaki beyaz renkli fötr şapkası, bir elindeki bastonu ve diğer elindeki “zembil” adı verilen kapaklı sepetiyle de her gün Tire sokaklarında arzı endam ederdi. Sahiplendiği köpeği ve eşeğiyle Derekahve’den çıkıp, Ulu Cami’nin önünden geçen Mensi, çoğu zaman yanına aldığı küçük minderi ile dolaşır ve uygun gördüğü yerlerde çizim yapardı.

YALNIZ ÖLMEKTEN KORKUYORDU

Yalnız yaşayan Mensi, Kartal Fırını’na her gün bir ekmek ayırtır ve fırıncılara, “Eğer üç gün fırına uğramazsam, bir zahmet eve bırakıverin” derdi. Bu, bir ricadan ziyade, “üç gün boyunca beni göremezseniz ölmüş olabilirim, gelin kontrol edin” anlamı taşımaktaydı. Nitekim Tirelilerin Beybabası’nın korktuğu da başına gelmişti. Çok üretken bir sanatçı olan ve 250’den fazla suluboya ile 150’ye yakın yağlı boya tablonun yanı sıra pek çok heykelin de sahibi olan Fuad Mensi, yıllar geçtikçe yaşlığa bağlı pek çok hastalıktan muzdarip olmuş ve yoksulluk nedeniyle iyi bir emeklilik dönemi sürememişti. Ömrünün sonlarına doğru da prostat kanserine yakalanmıştı. Uzun süren acıların nihayetinde de 24 Mayıs 1965 tarihinde, duvarlarının tamamında resimlerinin yer aldığı sanat galerisine benzeyen evinin bahçesinde vefat etmişti. Mensi aynı gün, sade bir cenaze merasimi ile Tire Asri Mezarlığı’na defnedilmişti. Böylelikle macera ve acılarla dolu bir hayat Ege’nin bu güzel ilçesinde, oldukça hazin bir şekilde son bulmuştu.

Editör: Haber Merkezi