Türk olmanın, Müslüman olmanın bana doğuştan verilen bu büyük değerlere sahip olmanın gurur ve onurunu yaşamayı nasip eden en başta Cenabı Allah’a, sonrasında yarattığı ve kendisine verilen özelliklerle din, dil, ırk ayrımı yapmaksızın Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması için önder olan Mustafa Kemal Atatürk’e ve vatan uğrunda canını feda eden atalarımıza sonsuz teşekkürlerimi sunuyor ve binlerce kez halimize şükrediyorum.
Bizler o kadar şanslıyız ki her şeyin hazırına konmuşuz, açlık, sefalet, savaş görmeden bu günlerimize gelebildiysek geçmişte bu uğurda can verenler sayesindedir. Bugün geçmişini unutarak yaşayanın geleceği olamayacağını kim ne kadar biliyor.
Şimdi ellerinde i-phone cihazları, elleri sürekli cep telefonlarının tuşlarına çalışan, internet başında oyunlar oynayıp, özenti içinde yaşayan, arkadaşının ne giydiği ile ilgilenen, marka düşkünü gençlerimiz, hayatın gerçeklerinden habersiz olanlar, “Ben işimi yüzdüreyim de gerisi neylerse eylesin” diyenler hayat mücadelesi içerisinde kaybolup gidenler, evet-hayır diye birbirini yiyenler, aynı sırada okuduğu arkadaşı, çayını kahvesini içtiği komşusu, akrabası ile bir evet-hayır yüzünden tartışanlar, özgürce “Evetçiyim” ya da “Hayırcıyım” diyemeyenler, düşüncelerini özgürce ifade edemeyenler, küçük çıkarlar uğruna dostlukları feda edenler, at gözlükleri ile dolaşırken etrafını göremeyenler, saçma dizi ve programların etkisinde kalarak kendilerini gerçeklerden soyutlayanlar, birilerini örümcek kafalı diye nitelendirirken kendisi karanlık denizlerde dolaşanlar.
Her şeyi bir kenara bırakın ve 15 Ekim 1927 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün okuduğu nutuk ve nutkun son bölümünde Türk gençliğine hitap ettiği gençliğe hitabenin dizelerini sindire sindire okuyup bulunduğunuz konumu bir kez daha irdelemenizi istiyorum.
Atatürk, Gençliğe Hitabesi’nde aynen şöyle demiştir: "Bugün vasıl olduğumuz netice, asırlardan beri çekilen milli musibetlerin intibahı ve bu aziz vatanın, her köşesini sulayan kanların bedelidir.
Bu neticeyi Türk gençliğine emanet ediyorum.
Ey Türk Gençliği !
Birinci vazifen, Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici, bedhahların olacaktır. Bir gün istiklal ve cumhuriyetini müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle techit edebilirler. Millet, fakr-u zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk İstikbalinin Evladı!
İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklal ve cumhuriyetini kurmaktır ! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
Mustafa Kemal ATATÜRK
Bu dizleri okuduğunuzda eğer ki tüyleriniz diken diken oluyor heyecan duyuyorsanız siz asilliğinizi kaybetmemişsiniz demektir.
Referandum süreci bir milleti nasıl ikiye bölersinizin göstergesi olmuştur. Meydanlarda önder olarak nitelendirdiklerimiz örnek bir lider olması gerekirken hem kendileri birbirlerine düştü hem de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını birbirine düşürdü.
Evetciler, hayırcılar olarak ayrıldı kimisi ben ortadayım diyerek sıyrıldı işin içinden. Neden di bunca tartışmalar, huzursuzluklar, bir şeyleri yapıcı kılmak varken yıkmayı tercih etmek nedendir.
Her şeyin hayırlısını dileyen bizler (ki bu kelimeyi bile kullanmak suç oldu.) Referandum sonucu ne olursa olsun, dostlukların, arkadaşlıkların, komşulukların, hemşeriliklerin, akrabalıkların baki kalması için gereken adımları atmalıyız, bu ilişkileri bitirmemeliyiz.
Sadece şunu unutmayınız şuan kaybettiğimiz bir şey olmayabilir ancak, damarlarımızda dolaşan asil kanlarımız biterse o gün Türk İstiklal ve Cumhuriyetini kaybetmişiz demektir.
Bütün bunları bitirmemek için de evet diyeni de hayır diyeni de birbirinden insaniyeten ayırmamak gerekir. Birbirimizi ötekilemek damarlarımızdaki kana yakışmaz. Bizler, birbirlerimizin düşüncelerine saygı göstermez isek bir yere varabilmemiz de mümkün değildir.
Bu ulus Trablusgarp’ta, Erzurum’da, Çanakkale’de ve daha nice cephede tek yürek olmuş ise yarın da olacaktır. Yeter ki kendi kendimizi bölmeyelim, bölmeye çalışanların ekmeklerine yağ sürmeyelim. Bugün referandum sonuçlarına göre ülke haritasını evet ve hayır renklerine bölerek EVETÇİ HAYIRCI diyerek ayırdılar. İnsanları harita üzerinde bile kamplaştırdılar. Bu sınırı millet olarak biraz da biz çizdik. İnternet sitelerinden birbirlerine hakaret eden bir ulus olduk. Sakın dış güçlerde suç aramaya kalkmayın.
Biz ulus olarak tarih yazdık ancak bu tarihimizi kendimiz yok etmek üzereyiz. Örf, adet ve geleneklerden uzaklaşıyoruz. TV kanallarındaki saçmalıkları izlemekle, kıyafet, gezme, yeme içme derdinde olduğumuz için tarihimizi, geçmişimizi çocuklarımıza öğretemeyecek kadar meşgulüz. Okumuyoruz, dinlemiyoruz. Fikir ve düşünceler rahatça dile getirilemiyor. Alçak sesle konuşamıyoruz. Kavga etmeden, küfür etmeden konuşamaz olduk. Çıkarlar üzerine arkadaşlıklar, dostluklarlar kuruyoruz. Düşene bir tekme daha vuranlardanız. Komşumuz aç yatarken, alemlerde olabiliyoruz. Hayırcıyız veya Evetciyiz amma hazırcıyız, üretmekten uzağız, mücadele ruhu olan insan çok az. Birilerinin güdümü ile hareket eden çok. Güdülmeye alışmışız. Alıştırıldık diyerek suçu üstümüzden atmak yanlış olur. Bunu biz istedik, ulus olarak biz istedik. Ya silkelenip kendimize geleceğiz ya da bu halimizi kabullenip çizilen yolda yürümeye devam edeceğiz.
Özellikle referandum sürecinde gazetemiz Yerel Güç’ün izlediği tarafsız yayın politikası, manşetlerimizde dengelemeye çalıştığımız evet ve hayır başlıkları mesleğimizi doğru yapmak adına uygulamak zorunda olduklarımızdı. Evet, Hayır söylemlerini kendi fikirlerini köşelerine taşıyan yazar arkadaşlarımızın fikirlerini diledikleri gibi özgürce ifade edebilmelerine imkân tanıdık. Rencide edici söylemler olmadığı sürece tüm yazıları yayınladık. Evet cephesi reklam verdi, yayınladık, hayır cephesi reklam verdi yayınladık. Gazeteciliğimizin gereğini yerine getirdik.
Bütün bunlara rağmen bizleri bile Evet ya da Hayır taraftarı olmakla suçlayan zihniyet yine iş başındaydı. Peki, kim kazandı? Sağduyu kazandı. Gazete olarak tarafsız kalarak halkımıza en büyük hizmeti yaptık. Her kesimin dilediği gibi fikirlerini anlatmasına imkân sağladık.
Kimseyi ötekilemiyoruz. Kimse de bizi ötekilemesin.
Sapla saman artık ayrılmıştır. Her şey gün gibi ortada. Kimin damarındaki kan asil verdiği oya göre değil, takındığı tavra bakarak anlayabilirsiniz. .