Adamın biri yol boyunca vitrinleri seyrede seyrede yürüyormuş. Bakmış, bir dükkanın levhasında “Sünnetçi” yazıyor; vitrininde de bir çalar saat. Başka hiç bir şey yok. Adam sünnetle çalar saat arasında bir bağ kuramadığından, sorup merakını gidermek istemiş. Dükkandaki görevlinin yanıtı ise kısa bir sorudan ibaret olmuş:
- Ne koyacaktık?
Doğru söylüyor. Ne konur şimdi o vitrine? Yo yo, o sizin aklınızdan geçen hiç olmaz. Adamın gözüne sokar gibi öyle…   
Üstelik o dediğinizin sergilenmesi “Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Yasası”na da mugayyir sayılabilir.
Küçüğünün resmini mi koysunlar? Olmaz olmaz, muzır neşriyatın küçüğü büyüğü olmaz.
 
                                                          …
 
Hem önemli olan, yaptığın şeyi açık açık göstermek değil ki. Bir şey yapıp başka bir şeymiş gibi göstermek asıl marifet.
Siz bilmezsiniz. Ütopya kıtasında Patagonya diye;
 “Dört nala gelip uzak Asya’dan,
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan”
bir ülke vardır.
Patagonya denen ülke bu yazıda, kısaca Pat diye anılacaktır.
Bu ülkede, (Pat’ta) hükümet ülkeyi koruyan askerin ellerini tutar, çeteler de askeri bıçaklar. Sonra bu ülkenin hükümeti, vitrine, çetelerle savaşıyoruz diye çalar saatler koyar.
Pat denen bu ülkede, yoksulluktan, işsizlikten fuhuş alır başını gider. Hükümet, her yanı görünen, hatta görünmekle de kalmayan yurttaşının saçının bir teli görünmeyecek, diye, vitrine çalar saatler koyar.
Bu ülkede (Yani Pat’ta) kimileri her şeyi cebine doldurur, hükümet hırsızı yakalayanı, yakalar. Bunu da halka duyurmak için vitrine çalar saatler koyar.
Bu ülke (yani o kısaca Pat diye andığımız ülke) futbolunda şike vardır, ama kimse umursamaz, var olan şike görülmez. Futbol takımlarının başında bulunan biri iyi para kazanıyorsa, o parayı kapmak için, olmayan yerden bile şike yaratılır. Bunun için vitrine çalar saatler konur.
Bu ülkede (Pat’da yani) sadaka vermek, ibadet etmek gizlidir. Sadakada, vereni alan dahi görmeyecek, bilmeyecektir; ibadeti ise tanrının bilmesi yeterlidir. Ancak, bu Pat’ı yönetenler, tanrının insanları gördüğünü düşünemediklerinden Ramazan ayını “Reklam Ayı”na çevirirler. Aç bıraktıkları halka yedirdikleri bir lokma ekmeği reklam etmek için vitrine çalar saatler koyarlar.
Sevgili okurlar sizler biliyorsunuz; çalar saatin marifetleri daha saymakla bitmez.
                                                             …
 
Şimdi şapkamızı önümüze koyalım, bir daha düşünelim: O sünnetçi vitrinine ne koymalı yahu?