Dün sabah güne uzun zamandır beklediğim bir telefonla başladım. Onlarca haberini okuduğum ve hatta çok yakınımdaki kimi insanları mağdur eden “kontör çetesi” nihayet beni de aramıştı.
 
Kurbanlarının arasında emekli hâkim, general ve öğretmen gibi eğitimli insanların da bulunduğu bu çetenin nasıl bu kadar inandırıcı olabildiğini bir türlü çözemiyordum. Ama tedbiri de elden bırakmıyordum. Çetenin eylemlerine yönelik duyduklarımı çevremle paylaşıyor ve onlara benzeri durumlarda soğukkanlı davranmaları gerektiğini öğütlüyordum. Annemin cevabı çok kısa olurdu. “Onlara inansam ne değişir ki? Ne onlara verecek param, ne de kullanacak kredi kartım var!”
 
Annem haklıydı ama bilmediği bir şey de vardı. Bu adamlar öyle kansızdı ki üç kuruşu bile kar görürlerdi. O yüzden annemin bütün bir ay sabah girip akşam çıktığı tekstil atölyesinde çalışarak kazandığı paranın bir kuruşunun bile bu adamlar (!) tarafından hiç edilmesine gönlüm elvermezdi.
 
Ben ki bu olayla ilgili bilgi sahibi olmama rağmen ve “Keşke beni de arasalar ve onlarla kafa bulsam” dediğim halde beni aradıklarında tam manasıyla onlara inanmasam bile şüpheye düştüm. Yani işin aslı telefondaki görüşme başkalarına öğüt verirken anlattığım kadar kolay olmadı. İzin verirseniz, ilk başlarda son derece kibar ve diksiyonu da oldukça düzgün olan genç bir sesle aramda geçen o görüşmeyi sizlerle paylaşmak istiyorum.
 
-       Mustafa beyle mi görüşüyorum? Mustafa Ali Fırtına…
 
-       Buyrun benim.
 
-       Ödemiş Asayiş Büro Amirliği’nden arıyorum. Komiser Koray ben!
 
-       Buyrun Koray Bey… (Bu esnada ses tonum kendimden emindir fakat bende hafiften bir tırsıntı başlar. Nedense “Polis” adını duyduğum vakit böyle olurum.)
 
-       Mustafa Bey şu an üzerinizde eksik olan, düşürdüğünüz bir şey var mı?
 
-       Şöyle bir bakıyorum, hayır. (Bir yandan da düşünüyorum. Biri dalga geçiyor olabilir mi? Kontör çetesi de en başından beri aklımda ama ismimle hitap edip Ödemiş’ten bahsedince bir ara o ihtimalden koptum.)
 
-       İyi bakın Mustafa Bey, kimlik fotokopinizi düşürmüş olabilir misiniz?
 
-       Yok hayır. Yanımda kimlik fotokopisi taşımam. (Yalan, çantamda en az 5 tane var)
 
-       En son, kimlik fotokopinizle ne zaman işlem yaptırdınız?
 
-       Hatırlamıyorum, herhalde 3-5 beş yıl olmuştur. (Oda yalan… Daha 2 hafta önce noterde vekâlet verirken kullanmıştım.)
 
-       Bankalar filan?
 
-       Yok, yok! Bankayla hiç işim olmaz. (Oysa haftanın en az 3 günü herhangi bir bankadayım.)   
 
-       Olayla ilgili olarak size yardımcı olmak istiyoruz.
 
-       Olay derken… Hangi olay? (Bu arada karşımdakine belli etmiyorum ama benim nefes hafif hafif kesiliyor. Buz kesmeye başlıyorum. Ti’ye alıyorum ama ya gerçekse?)
 
-       Şu anda kimlik bilgileriniz bir başkası tarafından kullanılmaya çalışıyor.
 
Bah, bah, bah…
 
(Genelde bu tip hadiseler bu bilgiler kullanıldıktan sonra ortaya çıkar. Evinize gelen bir çağrı pusulası ile ama savcılığa ama mahkemeye çağrılırsınız. Sizin bilgilerinizle sizin adınıza açılan şirketleri, kestiğiniz (!) çekleri İşte o zaman öğrenirsiniz. Polisteki şu teknolojiye bir bakar mısınız? Koray komiserimiz, daha suçlular benim bilgilerimi kullanmadan, kullanmaya çalışırken beni arıyor.)
 
İyi de birader, “Müdahale et! Beni niye arıyorsun?” diyeceğim, demedim, diyemedim. Nitekim karşımdaki çakma da olsa, devletin komiseri…  
 
-       Komiserim, sağ olun arayıp zahmet ettiniz. Ben İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne beş yüz metre mesafedeyim. Hem gelip çayınızı içeyim hem de meseleyi hallederiz. Olmaz mı?
 
-       Olmaz! Şu an dışarıda olayla ilgili şüphelilerin peşindeyim.
 
-       O halde ben bir koşu emniyet müdürüne gideyim. Hem müdürüm de belki size yardımcı olur.
 
-       Lan oğlum emniyet müdürüne de, sana da… diyerek başladığı cümlenin devamını beklerken “Dıt, dıt, dııııııt!” sesinden anladım ki telefon kapanmış.
 
Akabinde 155 Polis İmdat hattını aradım. İmdat’lık bir şey yoktu belki ama bilgi vermek istedim. Açan memura beni arayan numarayı vererek, beni arayan kişinin kendisini Ödemiş Asayiş Büro Amirliği’nden Komiser Koray olarak tanıttığını söyledim. “İtibar etmeyin!” dedi, o kadar! Karşımda gerçek bir polis vardı. Çünkü kısa ve net konuşuyordu. Öyle uzun uzun anlatmaya gerek yoktu. Memurun işi başından aşkındı. Bir yandan telsizlere cevap veriyor bir yandan da telefonlara bakıyordu. Rahatladım. Polis bu kadar işin gücün arasında benim kimlik fotokopimin peşine düşmüş olamazdı.
 
Derken öğle yemeğindeyiz. Muzaffer ağabey balık partisi veriyordu. Arkadaşlarla toplandık. Ben kızartmayı tercih ettim. An itibariyle içsel sıkıntısı devam ediyor olsa da kızartmayı afiyetle yedim. Tabi arkadaşlara da başımdan geçen bu olayı size aktardığım şekliyle anlattım. Arkadaşın biri “Seni arayan numarayı alabilir miyim?” dedi. “Hayırdır?” diye sorduğum da aldığım cevap ise iş bu yazıma final oldu.
 
“Hayır hayır, şerle ne işimiz var? Sizde ucuz kontör varmış, diyecektim”.
 
Not : Yakınlarınıza, çevrenize bu kontör dolandırıcılarını muhakkak anlatın. Gerçekten de çok inandırıcı bir üslup kullanıyorlar. O anda, şokla herkes hata yapabilir. Onlara bu tip bir durumda telefonu derhal kapatıp 155 Polis İmdat hattını aramaları gerektiğini de mutlaka hatırlatın.    
.