Aşağıdaki olaylar, Ütopyanın yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı ücra bir köşesinde geçer. Olayların gerçek olaylarla, kişilerin gerçek kişilerle hiç bir ilgisi, ulantısı, bağlantısı yoktur. Buyurun biraz dert dinleyelim:
 “Konuştular mı mangalda kül bırakmazlar ya hani; hepsi palavradır. Neymiş? Bu memlekette bir şişe şaraba adam öldürecek sürüyle insan varmış. Çok ararlar. Bunu söyleyenler ucuz etin yahnisi yavan olur, sözünü hiç duymamışlar. Hem bir şişe şarap için cinayet işleyecek adamın yapacağı işten hayır mı gelir?  
İyi bir kiralık katilde aranacak temel özellikler vardır: İyi aile terbiyesi almış olmak, sözüne güvenilir olmak, tokgözlü olmak vb. Sonuçta, helal süt emmiş biri olmalıdır. 
Düşünsenize, elde avuçta kalan son paranızı kiralık katil diye avucuna sayıyorsunuz; adam dolandırıcı, ortadan kayboluyor. Ara ki bulasın!
Benim işin de şakası kalmadı. Mutlaka bir kiralık katil bulmalıyım.  Atalardan gelen tüm mirası, ömür boyu kazandığımı, son kuruşuna kadar eski ortağıma kaptırdık. Geri alma şansım hiç yok gibi. Üstelik o işi yapma konusunda kendimi son derece yeteneksiz hissediyorum. 
Bu zamanda  kiralık katil bulmak, hele hele hesaplısını, dürüstünü bulmak  kolay değil, diye düşünüyordum; öyle de  oldu. Sağa sola, ahbaplara haber salıp yardım istemiştim, neredeyse tümünden aynı olumsuz tümcelerle yanıt geldi: Şarapla iş görecek adam bir yana, parasıyla işi yapacak sıradan bir meslek erbabına bile rastlanamamış. 
Pek candan ilgilenmediler mi bilmem?  Hani el elin eşeğini ıslık çala çala ararmış, derler ya, o hesap. Bize kiralık katil gerekliymiş, durum ivediymiş, onların umrunda mı?  
Artık iş başa düşüyor. Eski ortak benim malla mülkle sefa sürerken, eli kolu bağlı oturmak da olmaz şimdi. Çıktım sokağa; dobra dobra kiralık katil arıyorum. Baktım, karşıdan iriyarı, esmer, kara bıyıklı biri geliyor. Adam yaklaştıkça azameti artıyor. Adımlarını attıkça neredeyse yeri sarsıyor.   
Tamam, dedim, tüm özellikleri uyuyor; bu adam kiralık katil değilse ben de bir şey bilmiyorum. Tam yanımdan geçerken:
- Arkadaşım bakar mısınız; ne iş yaparsınız, sorması ayıp?
- Saat tamircisiyim.
Başka bir şey sormadım. Ne sorabilirdim ki? Kalkıp, “Senin kalıbına yazıklar olsun, bu koca cüssenle parmak kadar şeylerle uğraşmaya utanmıyor musun? desem, yakışmaz. Öyle ya iş onun, keyif onun.
Yola çıktık artık, devam ediyorum. Bu kez karşıdan orta boylu, takım elbiseli, kravatlı biri çıktı. Görünümü çok uymuyor ama, belli de olmaz. Mafyayız, diyenler de takım elbiseyle dolaşıyor. Onların tek farkı kravat takmıyorlar, gömlek yakalarını da sağa sola kanat gibi açıyorlar. Gerçi onların ağababaları kravat takıyor ama; onlar da  mafyayız, demiyorlar. Hepsi büyük işadamı, politikacı filan! Neyse, konumuz bu değil, geçelim. 
Geçelim, dedim de, bu gelen de tam yanımdan geçiyor: 
  - Arkadaşım ne işle uğraşırsınız? 
Çok da iyiliksevermiş; eliyle bir binayı gösterdi:
- Şurada müdürüm, bir işin düşerse yardımcı olurum.
Var da, böyle bir şey koskoca müdürden nasıl istenir?
Ben köşebaşını beklemeye devam; bu kez, karşıdan çocuk gibi görünse de yaklaşınca, kırklarında gösteren, kısa  boylu, zayıf biri belirdi:    
- Kardeş ne iş yaparsın?
- Dozer operatörüyüm.
Olur! Gel de şimdi, insanların ne iş yaptığını endamına, kılığına kıyafetine bakarak anla. Bu zavallı, jokeylik sınavlarının yapıldığı gün uyudu kaldı tabi, sonra o ağır işe mum oldu. Şans işte; hem yaptığı işten memnun olan mı var?
Bu köşe nöbetini epeyce sürdürdüm. Günlerce ara tara, gelene geçene sor; bir tane “Kiralık katillik mesleğini icra ederim!” diyen çıkmadı. 
Ekonomi bozuldu, insanlar fazla harcama yapamadığından, kendi işlerini kendileri görüyor, deyip umutsuzluğa kapılmıştım ki, haber saldığım arkadaşların birinden telefon geldi. Tam benim istediğim gibi birini bulmuş. Cesurluğuna cesur, dürüstlüğüne dürüstmüş. İyi ailede yetişmiş; helal süt emmiş birine de benziyormuş. 
Hemen buluşup tanıştık. Ama bir sorun var; çok pahacı. Hani iyi mal iyi para, derler ya, doğal olarak iyi hizmet de iyi para. Gelgelelim, bana uymuyor. Adam bir para istedi, ortağın bana attığı kazığa yakın. 
Artık bir yol, bir yöntem arıyorum: “Arkadaş, bizi el gibi tutma. Daha çok işimiz var. Hele bir ayağımız alışsın; bak gör, sana daha ne paralar kazanrıracaz!” desem de tınmıyor bile.                               Nereden bulunur o kadar para? Vazgeçip,  kiralık katil  yiyeceğine, ortak yesin, diyecem; o da içime sinmiyor. 
Son bir çaba; fiyat kırmaya uğraşıyorum: “Canım kardeşim, her şey para demek değil. Biz de bu memleketin çocuğuyuz. Hem ne demişler, ‘Kiminin parası, kiminin  hayır duası.’ öyle ya” diye diye ikna etmeye çabalıyorum ama, ben kime konuşuyorum ki;  adam yüzüme bile bakmadan kalktı gitti.
Daha sonra birkaç kişi daha bulunduysa da olmadı. Ucuzu güven  vermiyor, pahalısına güç yetmiyor. 
Bu işlerin sigortası da yok; şaşırdın kaldım.”