Son zamanlarda en revaçta olay ne derseniz, hükümetin veya başbakanın bir sözü veya uygulaması halktan tepki aldığında hemen durumu kurtarma politikasının devreye girmesi. Önceki yazımda yazdığım gibi alıştık artık. Ben eskisi gibi garip bulmuyorum. Açıkçası sıradan bir olay oldu.
İsterseniz anımsayalım. Tarih 2002. Sayın Erdoğan AKP Genel Başkanı sıfatıyla şöyle diyor: "Gelişen dünyada medeniyetin ve gelişmenin varoşlarında kalmamak, kenar mahalle ülkesi olmamak için AB'ye girilmesi gerektiğini savunuyoruz." Tarih 2007 seçimleri öncesi. Yine Erdoğan: "Gerek meydanlarda, gerek demeçlerimde idam cezasının kaldırılmasını doğru bir karar olarak gördüğüm, dönemin iktidarının Öcalan'ı asmayarak yerinde bir iş yaptığını vurgulamıştım." Tarih 3 Kasım 2012. AKP Mitinginde: "Şu anda birçok insanımız kamuoyu araştırmalarında idam yeniden gelsin diyor. Çünkü öldürülenin yakınlarının canı yanıyor" diyerek idam cezası tartışmasını başlatıyor. Bu arada birilerine de çatıyor. “Şimdi diyorlar ki Öcalan’ı idam edin. İdam kalkmış, anayasa değişiklikleri yapılmış. Mademki idam edebiliyordun sen niye yapmadın, niye geciktirdin? Şimdi bizden hukuksuzluk isteyemezsiniz.” Oysa Erdoğan, 2002 yılında "savaş, çok yakın savaş tehdidi ve terör suçları halleri dışındaki suçlar" için kaldırılan idam cezasının kapsamını, 2006'da, kendi iktidarı döneminde "tüm suçlara" şeklinde genişletmedi mi? Bir bakıma kendini inkâr ediyor.
Başbakan Erdoğan'ın bu sözlerine AB kanadından tepkiler gecikmedi. Erdoğan'ın "idam geri gelebilir" açıklaması üzerine AB'den sert tepkiler geldi ve idam cezasının "düşünülemez" olduğu belirtildi.İtalya’nın başkenti Roma’da bir panele katılan Dışişleri Bakanı Davutoğlu'na "Sayın Erdoğan'ın idama ilişkin açıklamaları endişe verici. Bu açıklamalardan sonra Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmek isteyip istemediğini düşünür olduk. Siz bu konuda ne demek istersiniz?" dendi. Davutoğlu, "Sayın Başbakan o açıklamayı, Norveç'te onlarca kişiyi katleden Anders Behring Breivik'i kastederek söyledi. Bu şekilde katliamlar yapılması konusuna dikkat çekmek için söyledi. Biz AB sürecindeki taahhütlerimize her zaman sadığız; ancak dediğim gibi AB'den de aynı sadakati bekliyoruz." yanıtı verdi. Açıkça başbakanı kurtarmaya çalıştı. Ne derece ikna oldular, tahmin sizin.
5 Mayıs 2012 tarih, 28283 sayılı Resmi gazetede yayımlanıp yürürlüğe giren Tören ve Kutlamalar yönetmeliğinin 6. maddesinin 4. fıkrasında “Atatürk anıt veya büstüne Gençlik Hizmetleri ve Spor Müdürlüğü, bulunmaması halinde mülki amirin görevlendireceği bir müdürlük tarafından çelenk konulur. Çelenk konulduktan sonra İstiklal Marşı ile birlikte bayrak göndere çekilir.” denilerek yalnızca bir çelengin konulacağı vurgulanmıştı. Yine aynı yönetmeliğin 2. maddesi 6. fıkrasında: “Bayramların dışında anıtlara çelenk koymak isteyen kuruluş, kişi veya kişi topluluklarının 48 saat önceden mülki idare amirinden izin almak suretiyle” çelenk koyabilecekleri belirtilmişti. Buradan anlaşılan şudur. Bayram günlerindeki kutlamalarda çelenk koyacaklar belirtilmiştir, önceden mülki idare amirinden izin almak suretiyle anıtlara konulacak çelenk sayısının arttırılması mümkün değildir. Mülki idare amirlerinin bu konuda izin verme yetkisi yoktur.
Şimdi Turizm Bakanı Günay’ın sözlerine kulak verelim: “Yönetmeliği dikkatle okudukları zaman arkadaşlar göreceklerdir ki, bazı şeyler zorunlu olmaktan çıkarılmıştır, Ama gönüllü olarak her zaman yapılabilir. Ve yöneticiler bunlara her zaman izin verebilir. Bir bayram kutlamasında belediye, vali, kaymakam ile garnizonun çelenk koyması zorunludur. Onun dışında dileyen götürüp çelenk koyabilir ." Bu da yönetmeliği kurtarma çabası. Sanki biz önceleri anıta gönülsüz çelenk koyuyorduk, bakan beyler bizi bu zahmetten kurtarmak istediler. Bırakın Allah aşkına. Biz okuduğumuzu anlayamayacak kadar cahil değiliz. Suçu kaymakamlara, valilere atmayın. 19 Mayısta çelenk koymak için dilekçe verdiğimizde “Hayır, yönetmelikler izin vermiyor.” denildiğinde neredeydiniz? Neden müdahale etmediniz? İzmir’de Cumhuriyet Bayramı’nda anıta çelenk koymak isteyen ADD Konak yöneticisi Şafak Acar nasıl engellenip gözaltına alındı, hepimiz gördük. Ardından 10 Kasımda lütfedildi, çelenklerimizi koyabildik.
Örnekleri çoğaltmak mümkün, ama bu kadarı bile yetmez mi? saygılarımla hoşça kalın.