(Hikayenin ilk bölümü için; http://www.yerelguc.com/kaymakci-kahvesi-–i–-makale,838.html)
          Gâvur Ali’nin sarf ettiği bu sözler varıp Süleyman'ın kulağına ulaşmış. Bir yandan yakalanmak korkusu, bir yandan arkadaşına fazla yük olma duygusu, zaten üzüyor Süleyman'ı. Köylülerden Gâvur’a kanan birkaçı da gelip Gâvur Ali'nin yumuşadığını söyleyince, sevinmiş Süleyman. Az inanmış az inanmamış ya da inanmak istemiş. Tez elden hazırlığını yapmış.
           Dudu'ya da anlatmış durumu: "Ağabeyin Ali'nin yüreği yumuşamış. ‘Gelsin el öpsünler, barışalım’ diyesiymiş. Usandım gizlenmekten. Bitsin bu korku bu kaçış. Gider babanın, ananın elini öperiz. Üç emmi dayı da girer araya. Olur biter." Dudu kararsız. Dudu korkulu. "Sen onları bilmezsin. Deve kini vardır bizimkilerde. Şeytanlığına düşünüyorlar bu işi. Benim gönlüm razı değil. Ama sen bilirsin".

          Sözün kısası, akşama doğru atlarına binip, koyulmuşlar yola. Dervent Deresi’ni yatsıya doğru tutmuşlar. Dervent Deresi de dere hani; namı üstünde dumanlıdere, boranlı dere… Göz gözü görmüyor. Güç bela yol bulmuşlar yolu. Ulaşmışlar gecenin bir yarısında Kaymakçı’ya. Anası babası sarmaş dolaş Süleyman'ın. Süleyman'ı bırakıp Dudu'ya sarımlılar; Susu’yu bırakıp Süleyman’a. Durumu sevinmek istiyor baba tüm saf ve temiz kalpliliğiyle, "Gâvur Ali'nin gönlü oldu. Gelip el öpsünler dermiş. Babası anası da onun ağzına bakıyor. Sabah, üç-beş büyüğümüzü de bulalım, birlikte gidersiniz. Olur biter."

          Sabahı zor etmiş Süleyman. Tez elden kalkıp kahveye inmiş. İnmiş ki büyüklerden birkaç kişi alıp, kayınbabasına gitsinler. Girip selam vermiş kahvedekilere. Dostlarla sarmaş dolaş, hoşbeş. Demeye kalmadan, kahve kapısı bir tekmeyle açılmış. Gâvur Ali hışımla girmiş içeri. Süleyman arkadaşlarıyla masada oturuyor. Doğruca Süleyman'a yürümüş Ali: "Vay gahpe dölü vay. Vay ki düştün tuzağıma sonunda. Sen kim, benim bacımı kaçırmak kim? Benim şerefimle oynayacak adam mısın sen?" deyip, belinden beşlisini çıkarmış. Alnına çevirmiş namluyu. Peşpeşe ateşlemiş…
         Süleyman ne olduğunu anlamaya fırsat kalmadan yıkılmış yere. Gâvur Ali silahını kınına koyup, çıkmış dışarı.Dağ yolunu tutmuş yeniden. Ali ise kanlar içinde yerde, masası boş sandalyesi yerde. Kaymakçı kahvesi ana baba günü. Kaymakçı Köyü’ne matem basmış. Dudu haberi duyunca yerlere atmış kendini. Süleyman'ın anası babası deli divane. "Yediler oğlumu. Kalleşlikle yediler" deyip yerlerde sürünmüşler. Sevdiği uğruna can verir Süleyman ama Gâvur Ali'nin de ettiği yanında kalmaz elbet... Zaptiyeler basar dağda bir gün, delik deşik ederler Gâvur’u ama neye yarar ki? Olan Süleyman’a olur. Kaymakçılılar hemen bir türkü yakmışlar Alilerine ve çok sevdiği ama doyamadığı Ayşesine; namı değer Dudu’ya…

Kaymakçı Kahvesinde Masa Kuruldu,
Masanın Başında Süleyman Vuruldu,
Saatine Varmadan Ödemiş'e Duyuldu,
Kaldır Dudu'm Kollarını Göster Boyunu,
Dudum'un Yollarına Kıydım Canımı.

Devrent Deresi’ni Duman Bürüdü,
Dumanın İçinde Dudu'm Yürüdü,
Dudu'mu Derelere Kimler Sürüdü,
Kaldır Dudu'm Kollarını Göster Boyunu,
Dudum'un Yollarına Kıydım Canımı.
           Peki, olayın geçtiği yer, Kaymakçıneresi? Şimdi isterseniz Ege'de Küçük Menderes Ovası’nın bereketli topraklarıüzerinde kurulmuş, etrafı Ödemiş, Kiraz ve Beydağ ilçeleriyle çevrili bu şirin bucağımızı tanıyalım; İşte 5.000 kişilik merkezi nüfusuyla geçmişin KaymakçıHöyüğü ve Köyü bugününse Kaymakçı Bucağı:

          M.Ö. IV. Yüzyıl ozanı Homeros'un İlyada destanında belirttiği Kaystros (Küçük Menderes)ırmağının kuzey yakasındaki Asya çayırlarında ver alan Kaymakçı ve yöresindeki insanlık tarihini M.Ö. 3.000. yani günümüzden 5.000 yıl önceye götürebiliriz.
          Bunu kanıtlayacak en önemli kalıntı, Kaymakçı kentinin güneyindeki tarım alanlarında yer alan Dağcıhöyüğüdür. Höyükten rastlantı ile ele geçen tek kulplu, yuvarlak gövdeli ve yuvarlak dipli, kimi emzikli, geniş gaga ağızlı seramik kapları M.Ö. 3.000–2.000 yılları arasındaki anonim tarih öncesi kültürüne ait Eski Tunç Çağına tarihleyebiliriz.
          Ancak verimli Asya çayırlarında bulunan bu höyük tarihte tarım çalışmalarına sahne olduğundan üst kültür katmanlarında epeyce erozyon uğramıştır kanısındayız. Bir olasılıkla Dağcıhöyüğü M.Ö. 3.000–2.000 yılları arasında bir kent beyliğinin merkezi idi. Bu dönem Batı Anadolu'da uzun-dikdörtgen planlı evlerin ya da megaron biçimindeki yapıların inşa edildiği devirdir.

          Kaymakçı yöresi ve Dağcı höyüğündeki sitin M.Ö. 1.900–1.450 yılları arasındaki Orta Tunç Çağı sonunda Hitit hegemonyasına girdiğini, Hititlerin Asya çayırlarınıkendi dillerine göre 'Assuwa' biçiminde adlandırdıklarını belirtelim.

          M.Ö. 1.200'de Hitit hegemonyasının bitişi ile Kaymakçı yöresinde M.Ö. 1.000–500 yılları arasında Arkaik dönem başlar. Bu dönemde Lidyalılar ve M.Ö. 547'den sonra Persler bu yöreye egemen oldular. Kaymakçı'nın batısındaki Maşattepe sırtlarında her iki kültüre ilişkin Tümülüsler bulunur. Bu Tümülüslerdeki ölülerin verimli Asya çayırlarındaki tarımsal çalışmaları yapan, yaptıran, yönlendiren ya da organize eden varlıklı kişilere ya da soylulara ait olduğunu sanıyoruz.
         Yumuşak, mikalı kum taşına oyulmuş bulunan mezar odalarının güneye bakan kapıları semer-dam tekniğinde tavanları, iki yan ve gerideki kısa duvarların önünde uzanan ceset koymak için yapılmış mezar odasına girişte 'Dromos' denen üzeri açık, ince ve uzun koridorları özelliklerini oluşturur. Ölü gömüldükten sonra üzerine yıkılan 2 metreden 6 metreye kadar değişen toprak yığınları ile mezarlar anıtsal bir görünüm kazanmışlardır.
(Sürecek)