Türkiye’nin gündemi bir anda alt üst oldu. Sanki “birileri” düğmeye basmış gibi, “birileri” özellikle “örtü” olsun diye gündemi değiştirecek oyunu sahneye koydular.

Bu oyun “tehlikeli” bir oyun…

  Bu oyun “dün” de oynanmıştı!

   Önce “zirvelerden “ seçmelere bakalım isterseniz…

   Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Rumeli Dernekleri toplantısında  “Taksim'i birkaç çapulcuya bırakmayacağız” dedi.

  MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Taksim Gezi Parkı'nda çıkan olaylara ilişkin, ''Devlet millet çatışması için ellerini ovuşturanlara, tahrike yeltenenlere asla itibar etmeyeceğiz'' dedi.

   Gökçek, twitter'dan tartıştığı bir kişiye, "Vallahi sizi bir kaşık suda boğarız ama dua edin ki biz demokrasiye inanıyoruz. “  ifadesini de kullandı.

   AK Parti Siyasi ve Hukuk İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, “Amaç darbeye zemin hazırlamak!” diye buyurdu…

   Kültür Eski Bakanı Ertuğrul Günay,” Bu bir ağaç fetişizmi değil; İstanbul'da, şehir içinde kalan birkaç yeşil alanı tüketim/getirim/kâr hırsına teslim etmemenin mücadelesidir.” diyor…

  ve daha neler, neler…

  İktidarın “ben yaptım, oldubitti…”  anlayışına tepki koymak, her yurttaşın en doğal hakkı. Ama bu hak sokakta “kırıp dökmekle” aranmaz kanaatindeyim. Mutlaka daha demokratik yollarla bu haklar aranabilir. Herhangi bir siyasi parti ya da düşüncenin değil, “konsensüs” sağlanarak ortak hareket etmenin, mücadele etmenin yolları mutlaka aranmalıdır. ”Direniş”ten kastedilen çatışma olmamalıdır. Unutulmaması gerekir ki bu millet bu filmi daha önce görmüştü! Bedeli de çok ağır olmuştu. Benzer bir bedeli tekrar bu millete yaşatmaya kimsenin hakkı yoktur.

   Peki, iktidara ve iktidarın sorumlusu Başbakan’a düşen nedir?

   Mutedil olmak!

  Yoksa “onların yüz bin kişi yığdıkları bir alana ben istersem bir milyon kişiyi toplarım” demek aynı zamanda bir kutuplaşmaya zemin hazırlamak değil midir?

  Bir türlü “iğneyi kendimize, çuvaldızı başkasına batırmayı” öğrenemedik.

  Ya da “sapla zamanı birbirinden ayırt edemedik.”

   “At izi ile it izinin birbirine karıştığı” bu günlerde herkes; duyarlı olmak, olaylara itidalli yaklaşmak, haklı olduğu konuda haksız duruma düşmemek durumunda olmalıdır.

   12 Eylül 1980’e nasıl gelindi bunu en iyi bilenlerdeniz. Kimlerin canıyla bedel ödediğini de… O dönemlerde kimlerin “top” oynadığını, kimlerin camiye gidemediklerini, kimlerin “koyunlarda” mışıl mışıl uyuduklarını da…

  Ülkede yaşayan herkes, ama istisnasız herkes, üzerine düşen sorumluluğu siyasi hesapları bir kenara bırakarak yapmalıdır.

 Yerine getirmeli ve ülkemizi  “KAOS” ortamından bir an önce uzaklaştırmalıdır.