Yüce Dinimiz İslâm, madde ile mânâ, ruh ile beden, dünya ile ahret arasında sarsılmaz bir denge kurmuştur. Bu itidal öl­çülerine uyarak çalışanlar dünya ve ahret saadetini elde etmiş olurlar. Bu gibi fertlerden meydana gelen toplum­lar ise, yükselmenin, huzur ve saadetin zirvesine erişir­ler. Dinimiz, dünya ve ahret mutluluğu için çalışmayı farz kılmış ve bütün Müslümanlardan bu farizayı yerine getirmelerini istemiştir. Şu halde Allah Teala'nın hoş­nutluğunu kazanmak ve dünyaya geliş gayemizi gerçek­leştirmek için çalışmayı en kutsal görevlerimiz arasında düşünmeliyiz.

İnsan, gerek bu dünyada, gerekse öteki dünyada, an­cak kendi çalışmalarının karşılığını görecektir. İnsan ne ekerse onu biçer, ekmeden biçmek olmaz. Bu husus, Al­lah'ın Kur'an lisanıyla biz kullarına bildirdiği ilahi bir kanundur:

Kur'an-ı Kerim'de: "Doğrusu insanın eline geçe­cek olan kendi çalışmasından başkası değildir" buyrulmaktadır.

Şöyle bir düşünelim. Âlem, feza dediğimiz şu ucu, bucağı olmayan boşluk içinde dönüp duruyor. Hiçbir za­man kendi seyrinden ve kendi faaliyetinden geri kalmı­yor. Güneş, ay, gezegenler ve yıldızlar hareket halinde, yer yürüyor, gök yürüyor, hepsi çalışıyor, her şey çalışı­yor.

Şu cansız dediğimiz toprak yaratılışından beri her gün, her saat, her saniye bitmez, tükenmez değişiklik ge­çiriyor. Bulutlara su veriyor, bulutlardan su alıyor. Sır­tında otlar, ekinler, ağaçlar yetiştiriyor. İçinde madenler bulunduruyor. İnsanda topraktan gelmiş gene ona dönecektir sonuçta.

Ya gök? O bizim dünyamız gibi milyonlarca dünya­yı göğsünde taşıyor. Gök de tıpkı yer gibi çalışıyor.

Cenab-ı Allah da gerçek keyfiyetini ve suretini bil­mediğimiz bir şekilde kainatı idare ediyor. Allah her an bu kainata hayat veriyor, yaratmaya devam ediyor. "Göklerde ve yerde bulunan herkes O'ndan ister. O ise her an yaratma halindedir" ayeti bu gerçeğe işa­ret ediyor.

Varlıklar, dilleri ve halleriyle, ibadet, rızk, affedilme ve benzeri konularda Allah'tan yardım isterler. Allah, diriltmek, öldürmek, değerli veya değersiz kılmak, zen­gin veya fakir yapmak, isteyene vermek ve benzeri işler­de her an kainatta tasarruf etmektedir. Madem ki, yer ça­lışıyor, gök çalışıyor, öyleyse bizim de Allah'ın kulları olarak çalışmamız, hem de çok çalışmamız gerekmektedir. Yüce Rabbimiz Kur'an'da hem dünya ve hem de ahiret için çalışmamız gerektiğini emrediyor:

Yüce  Allah Kur’ an’da: "Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yur­dunu ara. Ama dünyadan da nasibini unutma. Al­lah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et..." buyurmaktadır.

Ayet-i kerimeden de anlaşılacağı üzere, dinimiz yal­nız ahiret için değildir. Eğer öyle olsaydı Allahü Teala Müslümanları hiç dünya hayatına getirmez, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim ?" sorusuna: "Evet, sen bizim Rabbimizsin" cevabını veren ve böylece ilahi imtihanı kazananları, doğrudan cennetine sokardı.

Sevgili Peygamberimizin şu hadisi şerifleri bu konu­da bizlere ne güzel fikir vermektedir:

"Sizin hayırlınız, ne dünyasını ahiretine, ne de ahiretini dünyasına tercih edendir. Her ikisi için de çalışandır."

"Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı lokma yemiş olmaz."

"İki gününü birbirine eşit geçiren aldanmıştır.""Amellerin en üstünü, helal kazanç sağlamak için çalışmaktır."

"Rızkını araştıran, bunun için çalışan kimse Al­lah yolunda cihat yapan gibidir."

"Başkalarına muhtaç olmamak, çoluk ve çocuğu­nun mutluluğu ve komşularına yardım niyeti ile dün­ya için çalışan ve helalinden para kazanmak isteyen­ler, yüzleri parlak olarak Allah'a ulaşacaklardır."

"Helalinden çalışarak, yorgun bir vaziyette yata­ğa giren insanın günahları affedilecektir."

Müslümanlık, hayat dinidir, hareket ve çalışma dini­dir, zenginlik dinidir. İslâm'ın beş şartından ikisi; Hac ve Zekat, çalışan ve zengin olanların yapabilecekleri iba­detlerdir.

Allah Teala; "Yeryüzüne dağılın. Allah'ın lütfundan rızkınızı araştırın" "Zerre miktarı iyilik yapan onu görecektir. Zerre miktarı kötülük yapan da onun karşılığını görecektir."buyurmaktadır. O halde değerli okurlarım inanan müslümanın bunları kulak verip ona göre hareket etmesi gerekir.

Sohbetimi Peygamber Efendimiz (s.a.s.)'in duasıyla bitirmek istiyorum: "Allahım! Sıkıntı ve hüzünden, acizlik ve tembellikten, korkaklık ve pintilikten, in­sanların kahrından sana sığınırım."