Gün geçmiyor ki, birinin serzenişlerine tanık olmayalım; ülkenin parsel parsel satılmasından, zamlardan, hacizlerden, iflaslardan, haksızlıklardan vb. dem vurarak yakınıyor vatandaş.
Ama bunların arkasından ne oluyor? Rahatlıyor mu, hiddeti mi sönüyor bilmem, bir başkası olup çıkıyor:
- Bakın siz, hani bu baştaki hükümet var ya, o kimsenin oy vermediği halde yüzde elli oy alan hükümet; gelecek seçimde oyunu daha da artıracak. Çünkü eziyeti, ivmeli biçimde artarak artıyor. Biz de acı çekmekten zevk alan bir milletiz. Buna rağmen oy verir, verdim demeye de utanır, hatta arkasından atar tutarız; sonra çaktırmadan yine veririz. Çünkü ekmek su gibi dayak yemeye ihtiyaç duyuyoruz. Dövecek birini de bulduk mu, ohh, değmeyin keyfimize.
                                                              …
Hani acı çektirmekten keyif alma hastalığına sadizm, bu hastalığa düçar olanlara da sadist derler ya; dayak yemekten zevk alma hastalığına da “Mazoşizm” ve bu hastalığın pençesine düşenlere de “Mazoşist” deniliyor.
İşte, o yakınan yurttaşımız da, bizim (sözde seçmen kılığına bürünmüş) gariban yurttaşlarımızın mazoşist olduğunu söylemeye çalışıyor.
                                                               …
Hiç ilgisi yok aslında.
                                                              …
Düşünemiyor işte vatandaş; yetmiş dört buçuk milyonun, dört tane uyanığın keyfi, daha da zenginleşmesi için, cüdam iken adam sayılması için perişan edildiğini.
                                                              …
Uğur Mumcular, Hrant Dinkler, Gaffar Okkanlar, Ahmet Taner Kışlalılar, Eşref Bitlisler ve daha nice değerli  bilim adamı, asker, gazeteci, işçi, öğrenci niçin öldürülmüştü; geri kalan oncası da niçin zindanlarda?  
Gerçek düşmanı fark ettikleri için olmasın!  Yoksa elini kolunu bağlayıp çaresiz bırakmadan, açlıkla sınamadan kim kimin peşine takılır körü körüne.
                                                             …
Peki; ya bir gün bu milletin “can iliği tak der”  de, mazoşist olmadığını anlarsa!  
O zaman görürsünüz, diyeceğim ama aklıevveller onun da çaresini düşünmüş müdür?
Haydi bakalım, gün ola harman ola…