Geçen hafta içinde, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Strasbourg’a (Fransa) gitti. Orada, Avrupa Parlamenterler Meclisi’nde yaptığı konuşmayı dinlerken duyduğum gururu anlatamam. Bazı gazeteler ikinci “One Munite” diye başlık attılar. Bu benzetme eksik ve yetersiz kalır. Sayın Başbakan’ın bu konuşması tüm Avrupa’ya, Avrupa Birliği’ne (AB) bir manifesto niteliğinde idi.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yöneteceklerin, ‘lider vasıflı’ olmalarını isterim. Bu haslet Erdoğan’da var. Çünkü bu ülke BİN YILLIK BİR DEVLETTİR. Orta Asya Türk Devletlerini de düşünürsek 2500 yıllık bir TÜRK DEVLETİ söz konusu olan.
Türkiye’yi yönetmede zorlanacak bir siyaset adamının olmaması ne kadar acı bir olay olurdu. Mevcut siyasi parti genel başkanlarını bir düşünün lütfen. Liderlik vasfının ne kadar önemli olduğu gerçeği, hitabet başta olmak üzere farklılığı göstermiyor mu? Böyle bir devlet adamına sahip olmak övünç kaynağı değil mi? Eğilmeden bükülmeden siyaset yapıyor. Söylenmesi gerekenleri gerektiği gibi söyleyebiliyor. Yüzlerine karşı “Bunlar Türkiye’ye Fransız” diyebiliyor.
Davos’ta (İsviçre) İsrail Cumhurbaşkanı’na “Siz adam öldürmeyi iyi bilirsiniz” diyebiliyor. 21.asırda Afrika ülkelerinde utanmadan sömürgecilik politikaları uygulayan Sarkozy’e ülkesinde haddini bildirebiliyor. Bir Avrupalı parlamentere hem de Avrupa Parlamentosu’nda “Bunu size soracak değiliz” diyen bir Başbakan, bu ülke insanı daha görmedi.
Ülkemizin etrafındaki bütün komşularla küslük, düşmanlık ve yok denecek kadar zayıf ilişkiler bugün itibariyle “vizelerin karşılıklı kaldırılması” noktasına geldi. En son Rusya gibi büyük bir devletle antlaşma imzaladık. İş hayatı, turizm ve döviz girdisi yönüyle büyük bir olay. Karşılıklı vizelerin kaldırılması yönünde anlaşma yapılan ülke sayısı 58.
Yıllık ihracatımız 130 milyar dolara ulaştı. Ekonomiden Sorumlu Bakan birkaç gün önce Avrupa ülkeleri dışındaki ülkelerle kurulan dostane hava tesis edilmemiş olsa idi, ihracatımız 90 milyarı geçemeyeceği gerçeğini dile getirdi. Ülkemizdeki İslam düşmanlığını körükleyen çevreler Müslüman ülkelerle kurulan, Osmanlı İmparatorluğu döneminde 300-400 yıl egemenliğimizde kalmış toprakların insanları, biz yıllardır sizi bekliyorduk nerede kaldınız? diye gözyaşlarıyla karşılıyorlar; devlet adamlarımızı, iş alemimizi ve daha bir farklı yönüyle “Eğitim Gönüllüleri”ni.
Uzi içip, sirtaki oynamakla dış politikada başarılı olunamadığını yakın tarihte gördü bu millet. Ekonomik politikalarla gelişecek ihracat hacmimiz, ülkemizdeki insanımızın alın teri ile artacak yüksek üretim gücünün ne büyük kazanımlara ulaşacağı yakın zamanda görülecektir. Bu kazanım, iş demektir, aş demektir. Yeni fabrikalar, yeni işletmeler demektir. En büyük problemimiz olan işsizliğin belinin kırılması demektir.
Devlet adamlarımızdan, özellikle Başbakanımızdan razı olsun. Bizleri, Türk Milletine lâyık olduğumuz özgüvene kavuşturduğu için.
Ben de bu ülke insanının % 47 (2007 seçimi)’si gibi Başbakanımızı karşılıksız seviyorum. Ben Adnan Menderes çizgisinin Demokrat Partilisiyim. Ne kendisinden, ne devletten, ne partisinden bir beklentim olamaz. Başbakanın partisi AKP olsa da bu parti aslında Adnan Menderes’in Demokrat Partisi’nin ta kendisidir. 2007 seçimlerinde bu partinin aldığı % 47 oy Ay’dan, Merih’ten gelenlerin verdiği oy değildir. Gerçek demokratların verdikleri oydur. DP’deki dava arkadaşlarım kusura bakmasınlar ve bu gerçeği artık görsünler. Geçmişte, Adalet Partisi’ne, Doğru Yol Partisi’ne, Anavatan Partisi’ne oy verenlerin partisidir AKP. Bu millet AKP’nin politikalarını beğeniyor ki, bu kadar oy verip iktidara getiriyor. Kıskançlığa,düşmanlığa gerek yok.
Saygılarımla. Sağlıklı, mutlu günler dilerim.