Burgo, Rodos’un eski kenti. Madraki ise yeni. Gemi ile Rodos’a yaklaşırken bu iki ayrı bölge, birbirini tamamlayan yerleşim fark edilir. Benim favorim tabi ki eski kent. Türk burçlarından içeri girer girmez bar ve restoranlar hariç kendinizi bir Ortaçağ kentinde düşünebilirsiniz. Şayet otobüslere doğru sağdaki kapıdan girerseniz bu hisse daha fazla kapılırsınız zira şehir surları burada daha etkileyicidir. Şehrin toplam altı kapısı vardır.  
14.yy.da inşa edilen kale içinde yer alan Yuhanna Kilisesi Türklerin fethinden sonra cephaneliğe dönüştürülmüş ve maalesef 3 Nisan 1856 yılında büyük bir patlama geçirmiş. Dört binden fazla insanın hayatını kaybettiği bu patlamayla birlikte kale de büyük zarar görmüş, harabeye dönmüş. Ortaçağdan kalma bu kale ile Büyük Üstat Sarayı'nı 1930'larda İtalyan Diktatörü Benito Mussolini restore ettirmiş. Mekânı hem Mussolini, hem de Kral Victor Emmanuel uzun süre yazlık saray olarak kullanmışlar.
Gruplarla geldiğim zamanlar hariç prive turlarla veya kendim geldiğim vakit konaklama için ev-pansiyonları tercih ediyorum. Bunun sebebi tarih kokan sokakları ve evleri daha yakından tanımak hatta içinde barınmak. Fiyatlar merkezde daha yüksek, içerlerde aşağı-yukarı aynı sayılır. Benim için gürültüden uzak olmak adına iç sokaklarda kalmak daha uygun. Rodos en az üç tam gün isteyen bir destinasyon. Feribotla gel ve git ve de gümrük vs bir yarım günü alıp götürdüğünden Marmaris’ten gelip gitmeli bir tur için üç gece dört günü Rodos’a ayırmanızı salık veririm. Bir tam gün müzeler, bir tam gün eski şehir ve bir buçuk gün de Lindos, plajlar ve diğer yerler için. Bundan aşağısı Rodos’u tanımamak ya da yeterince görememek demek. Fazlası olur eksiği olmaz. 
Rodos’ta yürümek çok zevkli. Eski kenti daha iyi sindirmek için mutlaka yürüyün. Yani tabana kuvvet. Her sokağı, her köşeyi ve her yapıyı dikkatlice inceleyin. Size farklı gelecek, dikkatinizi çekecek bir şeylerin gizlendiğini göreceksiniz. Rodos, araladıkça dışarısı daha iyi izlenen esrarengiz bir perdeyle örtülü pencere gibi benim nazarımda.
Lindos’a gitmek için de araç kiralayın. Toplamda araç ve yakıt ülkemizdeki rakamlara yakın bir ücrete yakın tutarla size mal olacaktır Lindos ile plajlar. Şayet adanın diğer kısımlarını da görmek isterseniz iki günlüğüne bir araç kiralamak durumundasınız yoksa bitiremezsiniz. Ne meşhur, ne değil bakmayın. Bazen meşhur olan yerler veya şeyler sizi hayal kırıklığına uğrattığı gibi pek yazılmayan ve bahsedilmeyen yerlerle ilgili daha çarpıcı gözlemleriniz olabilir. Yunanistan hakkında yazılmış tanıtım kitaplarının çoğunluğunun yabancı olduğunu, damak tadından göz zevkine kadar bizden daha değişik yorumları içerebildiğini unutmayın. Bu yüzden Rodos’u siz keşfedin ve kendi izlenimlerinizi edinin.
Ben bu ayrıntıları size bırakıp sizlerle daha çok Rodos adasının Türk eserleri üzerine konuşmak istiyorum. Türk-İslam yapılarının içinde bulunduğu durum ve verdiği yaşam savaşını, ayakta kalmak için nasıl mücadele verdiklerini anlatmak istiyorum. Bunun için Rodos’un Eski Çarşısı’na yönelmek durumundayım. Her zaman kalabalık ve hareketli olan Çarşı’dan içeri girip hafif rampa kısmına adım atar atmaz solda karşıma İzmir’in İki Çeşmelik semtinde bulunan Asmalı Mescit gibi ikinci katta duran bir cami çıkıyor; Ağa Camii.
Ağa cami, Eski Çarşı Caddesi’nde, Hacı Mehmet Ağa tarafından 1819-20’de yapılmış. Camiye caddeden bir taş merdivenle çıkılıyor. Altına kemer başlıklı küçük kolonlardan oluşan üç çeşmeli bir şadırvan yaptırılmış. Dikkatimi çeken nokta; çeşme burmaları hala mevcut. (Diğer çoğu örnekte sökülmüş veya kırılmış). Çeşme camiden yaklaşık 55 sene sonra Hacı Hasan Efendi tarafından yaptırılmış. 2004 yılında restorasyon geçirmiş. 
Planı dikdörtgen olup yine dikdörtgen bir ara ile duvar ikiye ayrılmış. Tavan düz çıtalar­la karelere bölünmüştür, tavanın göbeğinde sekizli bir gül bulunur. Minberi tahtadan. 1944 yılında II. Dünya Savaşı’nda hasar görmüş olup 1948 yılında Haziran ayının 4’ünde Evkaf Heyeti’nce tamir ettirilmiş. Rengi balköpüğünü andırıyor. Cephe ben yeniyim diye haykırıyor. Çok yakınında durursanız daha çok alt müştemilatı görürsünüz. Binayı iyi görmek için sağa, sola ve karşıdaki dükkânların önüne doğru açılmak gerekir.
Camiden ileri bakılınca Süleyman Camii görünür. Süleymaniye adı daha çok yakışıyor. Belki de öyleydi. Ben hiç Kanuni’nin camilerinin Süleyman diye anıldığını duymadım. Rodos’un en büyük ve en eski camisi. 1931 yılında tamamlanan caminin Mimarı ise Ser Mimar Sinan. Bazı kaynaklar İbrahim Paşa en eski diyor. Kimisi de sulh yoluyla her ikisini. Bence hem padişah hem de sadrazam birbirlerine jest yaptılar ve ardı ardına iki cami vücuda getirdiler yeni ve zor fethedilen adada. Yine de padişah için yapılan caminin usulen daha önce başlanmasının olası olduğunu düşünüyorum. 
Yolun sonunda adeta sıkılaşan yapılar arasından, kapı aralığından, bakar gibi duruyor. Şeker pembe duvarları, gri kubbesi üzerinde kesintisiz yükseliyor havası veren iki şerefeli yine gri minaresi çok zarif duruyor. Keşke aslı olsaydı. Şuan ki minare 1987 yılında aslının yerine 1/3 oranında kısaltılarak yapılmış olanı. Sekiz sütunun taşıdığı bir ana kubbe ardı sıra gelen yedi kubbe daha. Ağaç işlemeciliğinin nefis örneklerinden olan minber kestane renginde ve altın yaldızlı ayetlerle tezyin edilmiş. Halıları dahi serili ama ibadete açık değil; sadece turistik amaçlı belli saatlerde açık. Ben hiçbir keresinde açık saatine rast gelmedim ne hikmetse. Bu camiye bayılıyorum. Gurbetteki sevgilinin resmine bakar gibi…
Dakikalarca camiye bakmışım ki, yan dükkândan Türkiye’den mi geldiniz diye soruluyor. Herhalde kendimi basbayağı belli ettim. Elimde el çantam, sırtımda sırt çantam ve kameram ama bir o kadar da camiyi gidip görmem ayrı bir meram. Önce gidip eşyalarımı bırakıp mı gelsem yoksa gidip biran evvel görüp meramımı mı gidersem… Sanki çalacaklar veya yerinden alıp götürecekler, ben gidip camiyi görüyorum. Çevresinde dört dönerek, hatta daha iyi görürüm diye hiç yoktan Saat Kulesi’ne bile çıktım. Bu da bizim eserimiz. 1852 yılında Ahmet Fethi Paşa tarafından yaptırılmış. II. Dünya Savaşı’nda hasar görmüş ve 1973’te yenilenmiş.
Cami uzaktan daha pembemsi duruyor. Yakından ise sanki daha çok bej ve yer yer gri. Belki duvarlarındaki kir ve lekeler yakından daha da belirginleşiyor ondan. Daha Türkçesi sebebini tam anlayamadım ama öyle sanki. Cami avlusundaki köşe başlarını tutmuş servi ağaçlarının boyu yarı minare eder. Sağına doğru sokak köşesinde duran şövalye maketiyle ben de herkes gibi fotoğraf çektiriyorum. Sağ tarafta imaret. Gerçi tanımlamak pek de kolay değil ama neyse. Süleymaniye Camii'nin karşısında bulunan Rodos Şer’iye Mahkemesi, 1907 yılında inşa edilmiş. 1990 yılına kadar Rodos Müftülüğü ve Evkaf Binası olarak kullanılmış. 1998 yılında başlatılan restorasyon çalışmaları sonrası yapı kökü bir onarımdan geçmiş. Yapının kitabesinde Sultan II. Abdülhamid’in tuğrası ve “Mahkeme-i Şer’iye” yazılı kitabesi bulunmakta. Bina bugün Kültür Bakanlığı bünyesinde hizmet veriyor. Oldukça yenilenmiş görünüyor. Belki boyası yeni.
Camiden aşağıya çarşıya doğru baktığında bu sefer Ağa Camii’ni görüyorsunuz. Bal rengi ahşap, kırmızı kiremitleriyle çok hoş duruyor. Biran kendimi iki yüz sene evveline ışınlıyorum. Gözlerim kapalı değil ama etrafımdaki yeni olan hiçbir şeyi görmemezlikten geliyorum zor da olsa... Şuan ki zamana yeğlerdim doğrusu. Sağımda Rodos Muhafızı Hafız Ahmet Ağa Kütüphanesi. 1793 tarihli bu kütüphanenin nedense başka dile çevirisi ‘Müslüman Kütüphanesi’ şeklinde. Yunanlılar camiye de ‘temenos’ diyor. Biz rehberler tapınaklarda kullanıyoruz bu kelimeyi. Ayrıca Hıristiyan veya Musevi Kütüphanesi duymadım ama Müslüman Kütüphanesi diye bir adlandırmayı duydum burada. İlginç!
Kütüphanede İran, Arap ve Batı dünyasından getirilmiş astronomi, tıp, matematik ve hukuk kitaplarını oluşturan toplam 1.250 el yazması eser ve yüzlerce Kuran-ı Kerim tefsiri bulunmakta. Buna mı Müslüman Kütüphanesi deniliyor? Bu eserler için mi bu isme layık görülmüş? Bu ne biçim zihniyet? Avlusu genişçe ve taş döşeli. İçerisi resim galerisi ve kafe olarak kullanılıyor. Hoşça dekore edilmiş bir avlu, oldukça temiz görünüyor.
Sokak aşağı yürümeye devam ediyorum. Vitrini çokça zengin bir parfümeri dükkânı önünde duruyorum. “Merhaba. Hoş geldiniz!” duyuyorum. Dükkânın önünde duran güler yüzlü adam Türk çıkıyor. Ben onu değil o beni tanıdı. Nedenini sonra öğrendim o da el çantamdaki kartvizitte Türk bayrağı olması. Önünde durduğum mekân kolonya-parfüm dükkânı. Socratous Cd. No: 159… Rodos’ta iki binden fazla Türk’ün yaşadığını duymuştum. Gerçi onları buluşturan ve sürekli gittikleri bir uğrak yeri var mı onu bilmiyorum. Böyle bir yer olsa ne hoş olur: “Selam-ün Aleyküm. Ben Türkiye’den geldim; tanışabilir miyiz”? Bunu biraz sonra İbrahim Paşa Camii’nde yaşayacağım.
İbrahim Paşa Camii, Süleyman Camii’nden aşağıya caddeye doğru geri dönüp oradan Ağa Camii’nden sağa saparak gidilen başka bir Türk-İslam eseri. Yine Çarşı’ya yakın bir küçük meydanda, Platon Meydanı’nda bulunuyor. Pisagor Caddesi’nden kolaylıkla çıkılır. Rodos’un fethinden hemen sonra, Sultan Süleyman’ın Sadrazamı İbrahim Paşa adına yaptırılmış. 1540 inşa tarihi. Kapısındaki kitabede Rodos’taki Türk camilerinin en eskisidir, yazılıdır. Ben yine de her ikisinin aynı anda ard arda inşa edildiği yönündeyim. Bunun da minaresi orijinal değil; sonradan 1927 yılında yapılma ve daha kısa.
Planı, iki revak ile bir salondan oluşmakta. İçi çok sade. İkinci kat balkon ve korkulukları sade ama şık. Hele çıkması daha süslü. Tek kubbeli. Önünde işlevsiz bırakılmış şadırvanı hala ayakta. Etrafını bar, taverna ve diskolar çevrelemiş. Sadece öğle namazlarında açık. Ezan okunmuyor ama içerde gamet getiriliyor. Burada öğle namazı kılmak bana da nasip oldu. Aslında bayramlarda Süleyman Camii’nde bayram namazı kılanların duygularını okumuştum ama ben bu kadarıyla yetindim. Cemaat çok kalabalık değildi ama bu çok da önemli değil. Önemli olan diğere camilere sadece dışarıdan bakmakla yetindiğimiz halde bu camide içeri girebilmek ve daha da ötesi namaz kılabilmek güzel bir duygu.
İbrahim Paşa Camii’nin hocası sakin bir insan. Tuvaletleri merak ediyorum; gayet bakımlı ve temiz. (Ülkemizdekilere örnek olsun!) Sonra çıkıp eski şehrin sokaklarını turlamaya başlıyorum. St. George Kilisesi’ne geliyorum. Burası eski bir medrese. Hurmalı Medrese adıyla kayıtlarda bahsi geçiyor. Sonradan kiliseye çevrilmiş ve yapı bugün aynı isimle tescilli. İçeri girmek istiyorum ama etrafı yüksek duvarlarla çevrili. Karşıma bir küçük cami çıkıyor. Hamza Bey Camii, Kale içinde yer alır. Kare planlı ve tek kubbeli, sade bir yapıdır. Kapısı kapalı olduğundan içeri giremiyorum. Minaresinin kubbe kısmı yok.
Çoğu otel olarak kullanılan eski evlerin önünden geçiyorum. Bu evlerin birinde yaşamak nice keyifli olurdu? Bu zevki tatmak için ev-pansiyonlardan birinde konaklamaya karar veriyorum. Gerçi içinde bayağı bir tadilat yapılmış ve eski ne varsa hemen hepsi yenilenmiş ama buna da şükür. Sırtım ve elimdeki ağırlıklarımdan kurtuldum ya… Günışığını kullanmak için hemen tekrar dışarı atıyorum kendimi. Bu sefer aksi istikamete.
Saat yelkovanının tersi istikametinde eski şehirden deniz kenarı boyunca yürürseniz karşınıza Murat Reis Camii çıkar ki Kale dışında kalan ve şehitlik de dâhil mezarlığı olan bir başka eser. Cami çevresindeki türbe, tekke ve çeşmeden meydana gelen bir külliye. Cami, Ebu Bekir Paşa tarafından deniz kıyısındaki bir çeş­me ile birlikte inşa edilmiş (1622-36). Muratıb Gazi Hasan Bey yardımıyla da 1794-7 yı­llarında onarılmıştır.
Küçük bir kare olan cami kubbe ile örtülü. Mısır mimarisinin etkilerini yansıtan bir minaresi ve basit planda bir mihraptan ibaret olup giriş üstünde yer alan kitabesi tekrardan boyanmış ve yeni imajı vermekte. Sanırım bu 2000’lerde Rodos Eski Eserleri Koruma Müdürlüğü tarafından yapılan bir çalışmada yenilenmiş olmalı. İçeriye giremedim çünkü burası da kapalı ve işlevsiz durmakta.
Sokratos Caddesi’nin sonunda Şadırvan Meydanı’nda yer alan Şadırvan Camii, Çarşı’da ve Eski Hamam yakınında, bir binanın üst katında meskûn. Altında başka yapılar da var. 1887 yılında Faralyalızâde Elhac Hafız Hüseyin Efendi ile Osmancıkzâde Hacı Mehmed Ağa tarafından yaptırılmış. Şadırvan Meydanında inşa edildiği için öyle anılıyor. Sekizgen planlı ve kubbeli. 2004 yılında restore edilmiş.
Mustafa Recep Paşa Camii ise Türk Mahallesi’nin ortasında, büyük çınar ağacının gölgelediği bir meydana (Doriyos) 1588’de inşa ettirilmiş. Camiin şadırvanı yerli taştan yapılmış, sekiz kolon tarafından tutulan bir kubbe ile örtülmüş. Camiye girerken sağ tarafta bulunan minarenin silindirik gövdesi de yeni ya­pıdır. Lakin bu muazzam eser 2011 Aralık’ında bakımsızlık ve bürokrasi engellerinden dolayı çöktü. Ana kubbeyi taşıyan dört sütundan ikisi yıkıldı ve kubbenin ana giriş tarafında büyük hasar meydana geldi.
Ben sağlam halini en son 2011 Temmuz’unda yani çökmeden beş ay önce gördüm ve bir-iki görüntüledim. Son gittiğimde yıkılmış halini görünce içim cız etti ama yapacak bir şey yok. Yanılmıyorsam üç milyon euroluk bir yenileme bütçesi vardı ve bu parayı camiye değil yola, kaldırıma yatırmayı uygun gören Yunan makamları camiyi bir anlamda gözden çıkarmış oldular. Anlamadığım niye bu kadar fazla bir para. Bizden üç-beş cami ustasını göndersen yine de camiyi toparlar belki bir milyona bile işi bitirirlerdi. Bence Türkiye bu işe el atmalı, eserlerimize sahip çıkmalı.
Recep Paşa tam 25 yıl restore edilmeyi bekledi ama sonunda dayanamadı, çöktü. Rodos’ta zamanında 27 cami varmış ama bugün sadece yedi tane var. Bu ya da şu nedenle zaman içinde birer birer yok olmuşlar, olmaktalar. İşte bir tanesi daha gitti. Recep Paşa Camii gibi eşsiz bir esere yazık oldu. Çok üzgünüz. Dileğimiz geride kalanlara bir şey olmaması. 
Sürecek…