NOT:  Bu öyküdeki kişi ve olayların gerçek yaşamdaki kişi ve olaylarla hiç bir ilgisi yoktur.
          
Son zamanlarda huzurumuz kaçmış, elimiz işe varmaz olmuştu. Söylediklerine göre fabrikada bir aşırma olayı yaşanıyormuş. Biz işçiler de zan altındaymışız. Hatta daha da kötüsü baş şüpheliymişiz. 
Elektrikli cihaz üretiyoruz. Fabrika bekçiler tarafından o denli sıkı korunuyor ki, kimsenin bir şey çıkarması olanaklı değil. Girerken kart basmak yetiyor, çıkarken didik didik arıyorlar. Tadımız tuzumuz kalmadı.
 
                                                     
 
Fabrikanın en patronsever, en güvenilir adamı gece bekçilerinden Hasan amca. Onun nöbette olduğu fazla mesai çıkışları tam anlamıyla işkence. “Pavlike nire gediyi, bulucin!” diye diye tepeden tırnağa mıncıklanıyoruz. Cepler, varsa şapkaların iç kenarları, topuğunu yere vura vura ayakkabıların uçları, çorap içleri…  
Zaten çalışanların çoğu, maliyet hesabıyla çocuk işçi. Çocukların kendinden büyük cihazları ayakkabılarının burnuna saklayabileceğini mi düşünüyor? Kimbilir? Ceketleri üstten yoklamak yetmiyor, çıkartıp bir de savura savura silkeliyor:
- Pavlike nire gediyi? Nire gediyi pavlike, bulucin!
 
                                                      …
 
Hasan amca, ararken sıradakiler de sıranın gelip geçmesi için sabırsızlanıyorlar. Ama, Hayri diye bir arkadaşımız var, İzmir merkezden; yağcı mı şakacı mı belli değil. Sanki Hasan amcanın memleketlisiymiş gibi, onun ağzıyla konuşuyor. Ararken neresine deydiyse:  
- İllerin ulmadıh yirlerime dokaniyi Hasan emmi! dedi.
Hasan amca bir titredi kendine geldi. Elini Hayri’nin cebinden çekti, başıyla geç yapıp bize döndü:
- Bu yapmaz!
Biri de çıkıp “Nirden biliyin Hasan emmi?” dese, belki o da kurtulacak ama o cesareti gösterebilen yetenekli biri daha çıkmadı. 
 
                                                       
 
Hani insanın korktuğu başına gelir derler ya; çok korkuyordu, Caner’in başına geldi. Hasan amca Caner’in ayakkabısını almış döşemeye vura vura silkeliyordu ki, ayakkabının içinden düşen küçük parmağımın tırnağı büyüklüğünde bir rondele karo taşların üzerinde tengerlenmeye başladı. Hasan amca utkun bir komutan edasıyla rondelenin peşinden,
 
 
 
 
biz de Hasan amcanın peşinden koşmaya başladık. Rondele duvar dibindeki çiçekliğin kıyı tuğlasına çarptı, döndü döndü yere çöreklendi. Aslında tuğlaya çarpıp dururken en ufak bir ses bile duyulmadı. Ama kendine verilen önemin büyüklüğünden böyle kelli felli bir tanımlamayı hak ediyordu.
Hasan amca derin bir “Ohh!” çektikten sonra, “Yakıleyin şu hırkızı!” dedi. Kaçan göçen de yoktu gerçi.    
 
                                                             
 
Hasan amca her dediğini dinletiyordu. Ertesi sabah herkesi yemekhanede topladılar. Fabrikayı batma noktasına getiren Caner’in cezalandırılması için toplanıldığından hiç kimsenin kuşkusu yoktu. Bu arada yüzünü ilk kez gördüğümüz adam yönetim kurulu başkanıymış. Yani esas patron. Bir yanında müdür, öte yanında muhasebeci.   
İşçilerin en ön sırasında ikinci aylıklarını müdür odasında alan has adamlar var. Daha doğrusu ispiyoncu takımı. Tabi Hasan amca da aralarında. Arkada bizler. 
Patron bir şeyler söyledi. Ön sıradakiler başlarını bize çevirip “Ne duruyorsunuz. Siz de alkışlayın” işaretleri yapa yapa hararetle alkışladılar. Patron konuşmasında fabrikada sürekli hırsızlık olduğunu, en küçük bir vidadan tutun, hazır paketlenmiş mamul mallara kadar her şeyin çalındığını anlatırken, Hasan amca’da söze karışıp “Rondele de çalıyiler. Aha bu elimilen yakaladım!” diye üzüntüsünü belli edip siteme devam ediyordu:
- Goşgoca pavlike nire gediyii!
Caner’e baktım, utancından başı neredeyse önündeki sandalyenin altına girmiş. Bizler de rondele çalmış hırsızlık örgütü üyesi gibi başı eğik duruyoruz. 
Kürsüdekiler zararı anlattıkça fabrikanın patrondan bile sadık adamı Hasan amca tekrar tekrar ayağa kalkıp çözüm arıyor, sorular soruyor:
- Zirarı üdesin afidek. Ödiyacah mıymış ha? Malları ne vakıt aşiriymiş, nirde satiymiş?
Hasan amca o denli sadık bir eleman ki, fabrika battı deseler, oracıkta canına kıyıverecek, diye korkuyoruz. 
 
                                                           
 
Bir ara müdür:
- Arkadaşlar hırsızlar tespit edildi, yalnız biri şu an aramızda, şimdi 
polis alıp götürecek, dedi.
Hasan amca hemen sandalyenin üzerine çıkmış bir yandan Caner’i görmeye çalışıyor, öte yandan çığlık atıyor:
- Aha şurda. Başını eyiy!
 
                                                           
 
Ve o anda polisler içeri girdi ve hiç aklımıza gelmeyecek bir şey oldu.   Memurlardan biri Hasan amcanın Caner’i işaret eden kolundan tuttu:
- Çekirge bir sıçrar iki sıçrar, üçüncüde...
Meğer Hasan amca, fabrikayı yarıya girmiş, hedef şaşırtmak için bizlere eziyet ediyormuş. Derin bir nefes aldık.