Geçenlerde baroya bağlı bir grup tarafından gönderilen elektronik ileti aldım. Gelen iletinin ekinde bilgisayardan taranmış bir ihtarname örneği vardı. Pek çok meslektaşım gibi ben de sık sık müvekkillerim adına ihtarname hazırladığım ya da müvekkillerime gelen ihtarnamelere cevap verdiğim için gelen ileti çok da dikkatimi çekmemişti.

Bu sebepten gelen iletiyi incelememiştim. Ancak adliyede sohbet sırasında konuyu açan meslektaşlarımdan birinin söyledikleri çok dikkatimi çekti ilk fırsatta iletiyi inceledim. İhtarname müvekkili adına bir avukat tarafından hazırlanmıştı.

İhtarnamenin ilk iki paragrafı standart bir ihtarname gibiydi ancak ilerleyen paragraflarda önce şaşırdım, sonra gülümsedim en sonunda da bu duruma gelinmesi sebebiyle dehşete kapıldım. Bu trajikomik vakıayı sizlerle paylaşma zorunluluğu hissederek klavyemin başına geçtim.

Elektronik iletiyi gönderen grup ciddi bir grup olmakla birlikte ihtarnameyle ilgili araştırma yaptığımda doğruluğunu tespit ettim. Söz konusu ihtarname İstanbul Fatih’te ofisi bulunan bir avukat tarafından bir otomotiv firmasına keşide edilmişti. Söz konusu avukatı da araştırdığımda bazı sitelerde farklı zamanlarda özellikle islami konulardaki yorumlarının ihtarnamedeki ifadelerle benzerliği beni çok da şaşırtmadı.

Yasal uyarı anlamı taşıyan ihtarnamenin üçüncü paragrafında ince ince yasal ifadelerden uzaklaşılıyor. Dördüncü paragrafta Peygamberimiz Hz. Muhammed’in bir hadisi aktarılırken bir sonraki paragrafta da ihtarname konusu alışverişin “Kur’an’ın dili ile fitne…” olduğundan bahsedilmiş. İhtarnamenin ilerleyen paragraflarında inciler dökülmeye devam ederken ihtarın (diğer ifadeyle uyarının!) dozu da artmakta. “Hiç kimse bilmese de Allah’ın (c.c.) bildiği bu sahtekarlığı siz de biliyorsunuz ve bu sizin amel defterinize kaydoldu.” cümlesi ile devam eden ihtar Ali İmran suresi’nin 5. ayetinin yazımıyla doruğa çıkmış. Son olarak “Böyle bir şeyi yapabilmek için ya islamı ve Kur’an’ı bilmemek, ya da Allah’tan ve ahiret gününden korkmamak gerekir. Sizin bu iki gruba da dahil olmadığınıza inanıyorum.” diyerek  izahat kısmı sonlanan ihtarnamenin sonuç kısmına Arapça “usselhü seyyidül ahkam” (Barış hükümlerin en üstünüdür) beyanı eklenerek ihtarname son bulmuş.

Adeta noter kanalıyla islami tebliğ içeren ihtarnamenin bir avukat tarafından keşide edilmesine mi yanayım? Yasal bir işlem olan ihtarnameyi “sır kapısı” havasına sokan uhrevi ifadelerin, işlemin aslı ile oluşturduğu tezata mı şaşırayım? Yoksa “ne günlere geldik?” diye kendi kendime hayıflanayım mı? Bilemedim…

Pek çoğumuz sayın meslektaşımız gibi inançlıyız ancak sosyal yaşantımızda ve özellikle mesleki süreçte benzer hisleri taşısak da bu sadece zihnimizde kalır, kağıda ve resmiyete dökülmez. Bu durum doktorun yazdığı reçeteye ilacın yanı sıra dua eklemesi ile eşdeğer ve gariptir. Ya da hakimin gerekçeli kararında yasal hükümlerin yanı sıra ayetlere ve hadislere yer vermesinden farklı değildir.

Bu arada dava açmak zorunda kalırsa sayın meslektaşımız ihtarda belirttiği amel defterlerini delil olarak gösterip bilirkişi olarak da İstanbul Müftüsü ya da Diyanet İşleri Başkanı’nın atanmasını isteyecek? Yaşanan bu gelişmelerden sonra Başbakan Erdoğan’ın eğitim, hukuk ve idare alanındaki değişikliklerle ülkenin çağ atladığı iddiasını nasıl yorumlamamız gerekecek? İleriye doğru? Yoksa geriye doğru mu?