İlköğretim, lise ve dengi okullarımız yeni ders yılına başladılar. Üniversitelerimizde de önümüzdeki hafta eğitim başlayacak. Öğrencilerimize başarılı bir yıl dilerim.
Anne ve babanın çocuk üzerindeki tesiri belli bir yaşa kadar, daha sonraları çok uzun süreli okullar devreye giriyor. Fakat eğitim sistemimiz ne yazık ki; Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun yüzüncü yılının konuşulduğu günümüzde dahi tartışılıyor. Bu günlerde Milli Eğitim Bakanlığı, yeni bir Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile yeniden yapılandırılıyor. Bu demektir ki, eğitim sistemi ile yine oynanmakta. Tetkik etme fırsatı bulamadım. İnşallah yeni nesillerin hayrınadır yapılan değişikliklerdir. Zira sistem deneme tahtasına dönmüştür, kurtuluşu değişimde aramak, ülkemizde bir hastalığa döndü nedense. Yanlış veya doğru, nasıl olursa olsun, yeter ki değişsin denilerek bu günlere geldik. Acaba doğruyu bulabildik mi? Ülkemizde maalesef birçok alanda olduğu gibi; Talim-Terbiyede de ne yazık ki şekilcilik hakim(di).
Nitekim bu yanlış adımların sonunda eğitime hiçbir katkısı olmayan dershaneler girdi hayatımıza. 1990’lı yıllarda iyice hızlanan dershanecilik, günümüzde vazgeçilmez bir unsur haline gelmiş durumda. Oysa hiçbir şeyi sorgulamayan, sadece test çözme tekniğine dayalı bir yöntem, çocuklarımızı derinden yaralamakta ama biz maalesef bundan haberdar değiliz. İlkokuldan, üniversiteye, on beş yılı aşan eğitim dönemi, ne yazık ki; sadece soru ve cevap yöntemine hapsolmuş kalmıştır. Bir de eğitime para hırsının karıştırılması, genç nesilleri sağlıklı olmayan bir Talim Terbiye ile karşı karşıya getirmektedir. Bir tarafta sadece para kazanmak için eğitenler, diğer tarafta daha ilkokuldan itibaren çocuklarını bu sistemin çarkına kaptırmış anne babalar. Çocuklarımızı kabiliyetleri yönünde bir yol seçmek yerine ne yazık ki ebeveynler hırslarıyla bu çarkın içine çekilmekte, çocuklar kurban edilmektedir. Bu konu maalesef pek çok sorunumuz gibi konuşulmuyor. Artık hastalığın farkına varılmalı. Geçmiş iki-üç yıl önce dershanelerin özel okullara dönüştürülmesi fikri ortaya atılmıştı. Hemen kapatıldı. Milli Eğitim’deki son reformlar yapılırken, doğrusu bu büyük adımı da beklemiştim. Hüsrana uğradım. Çocuklarımız bomboş yetişiyor. Ne hayata dair, ne istikballerine ait hiçbir konuda bilgileri de yok düşünmüyorlar da. Doğruyu yanlıştan ayırt edebildiklerini de sanmıyorum. Çizdiğim tabloyu okuyucularım karamsar bulabilirler. Çocuk yaşadığı dünyanın, kendinin ve olayların farkında olmalı değil midir? Meselâ yirmili yaşlara girmeye aday olan okumuş, kendini okur-yazar kategorisinde gören genç, mensup olduğu dininin önem arz eden bilgileri meyanında, dünya tarihini, Türk ve Osmanlı tarihini, ülke ve dünya coğrafyasını okumalı ve öğrenmelidir.
Evlâtlarımıza okuma alışkanlığını mutlaka vermeliyiz. Kâmil insan yetiştirmek istiyorsak. Böyle donanımlı yetişen kişinin fikri yönünün değişmesi ile olaylara ve dünyaya bakış açısı elbette farklı olacaktır. Medeni toplumlar, sağlam nesiller yetiştirerek yükselmiş ve refah seviyelerini yükseltmişlerdir. Biz okumayan bir milletiz. Okumak sadece kitap okumak olarak algılanmamalıdır. Okumak, hayatı okumak, kâinatı anlamak ve yaratılış gayesini de bu suretle bilmiş olacaktır.
Geçende bir yazımda bahsetmiştim. Ülkemizdeki ulusal anlamda yayın yapan günlük gazetelerin toplam satış rakamı dört milyon beş yüz bindir. Bir milyona yakını sadece spor gazetesi olup, özellikle futbol maçlarının sonuçları ve daha değişik benim bilmediğim, iddia, at yarışı ve daha pek çok şans oyunlarının sözde tahmin ve bilgilerinin (tiyo diyorlar) yer aldığı gazetelerdir. Ayrıca pek çok gazete de bu tür heveslileri için sayfalar ayırmakta kumarı teşvik etmektedirler. İçler acısı gerçek şudur ki; satılan gazetelerin yarısı bu amaç için alınmaktadır.
Gençlerin çoğu bir dilekçe yazmasını bilmezler. Günümüzde, hayatında aşk mektubu yazan genç olduğunu sanmıyorum. Bazı küçük ülkelerin ismini futbol takımı adı sanan gençler gördük. Geçtiğimiz günlerde; Haberturk televizyonu elemanlarından Pakize Suda, eline mikrofonu alarak halkın arasına karışmış. Son günlerin çok çok konuşulan neredeyse İsrail ile ülkemizin bu yüzden savaşa bile girebileceği önemde bir konu ve yer olan Gazze’yi sormuş Gazze nerede? diye insanımıza;
Cevaplara bakınız!
Afrika, Bosna, Trablusgarp (Bugünkü Libya toprakları), İran, Irak, Suriye, Somali, Avrupa, Japonya ve İsrail...
Gazze nerede sorusuna “Filistin” cevabını verenlerin sayısı çok az. “Bilmiyorum” diyenlerin sayısı bile, Filistin diyenlerden çok çok fazla.
Bir de insanın içini acıtan bu cehalet örneği yetmiyormuş gibi, Gazze’nin nerede olduğunu bilmeyen bir toplumun siyasetçileri bu konuda birbirlerine etmedik lâf bırakmıyorlar.
Bu yüzden, savaş gemilerimiz Akdeniz’e iniyor. İsrail’in, Filistin ambargosunun kaldırılması için çaba sarfediliyor. Ama benim insanım, Gazze’nin nerede olduğunu bilmiyor. Mavi Marmara saldırısı ve 9 vatandaşımızın hayatını kaybetmesi halkın, Gazze’nin yerini merak etmesini bile sağlamamış. Vah ki vah!..