Değerli okurlar; ülkemizin son dönemleri televizyonlarda ve medyada çok başarılarla dolu gibi gösterilmek istense de maalesef Cumhuriyet Tarihinde görülmemiş, hezeyan ve sıkıntılarla doludur. Baştan şunu ifade etmek istiyorum; körü körüne muhalefet etmek akıllı adam işi değildir, Osmanlı’nın son dönemindeki Yeniçeri Ocağı’nın her şeye “istemezük” demesi ne kadar doğru ise siyasal iktidarın tüm politikalarına da kötü demek o kadar doğrudur. Doğru yapılan varsa muhakkak desteklenmeli ancak yanlışa onurluca korkmadan dosdoğru bir şekilde dur denmelidir. Yani muhalefet yıkıcı değil yapıcı olmalıdır. İşte bu noktada iktidar ve muhalefet politikalarının da üstünde milli iradenin temsili ve halkın beklentilerine cevap vermek olduğu unutulmamalıdır. Çünkü bizler siyaseti insanların ihtiyaçlarına cevap verecek politikaları üreterek devleti milletiyle bölünmez bir bütün olarak yönetme sanatı olarak tanımlamaktayız.
İşte bu noktada bu politikaların en can alıcısı ve acı vereni; Kürt Açılımı diyerek başlatılan, Demokratik Açılım veya Milli Birlik ve Kardeşlik Açılımı olarak isimi değiştirilen açılım projesidir. İktidar yandaşı yâda muhalefet temsilcisi olma sıfatlarını bir kenara bırakarak her Türk vatandaşının televizyonlarda ve gazeteler de aleni şekilde izlediği, okuduğu ve takip ettiği süreci dilerseniz kısaca bir hatırlayalım;
Bu açılım projeleri sayesinde şımartılan terör örgütü ve yandaşları; yerli işbirlikçileri,
Yandaş yazarçizer takımıyla ve sözüm ona aydınlarla birlikte bölünmenin ilk adımını resmen attılar. Büyük bir komutan!!! Edasıyla İmralı’da ağırlanan bölücü başının emriyle kurulan sözde demokratik toplum kongresinin başına iki siyasi yasaklı bölücü getirildi. Diyarbakır’da yapılan ilk toplantıda; ayrı dil, ayrı bayrak, ayrı yönetim, ayrı eğitim, ayrı parlamento gibi tamamen ayrılıkçı kararlar alarak yüksek sesle dillendirdiler. Bu isteklerini hem de devlet televizyonunda bağıra bağıra söylediler.
Devletimiz ve milletimiz için çok acı bir vakadır bu. Kendi öz vatanımızda milletimizin gözünün içine baka baka bebek katillerinin; otuz bin insanımızın kanları daha kurumadanhaince toplanarak bölünme kararları alarak dünya televizyonlarından da ilan edilecek. Bu binlerce yıllık devlet geçmişine sahip olan Türkiye Cumhuriyeti ve dolayısı ile bizler açısından büyük bir zulümdür. Dünyanın en geri kalmış ve en karmaşık bir ülkesinde de bu tarz bir politika ve siyaset anlayışı görülmemiştir. Artık iş o noktaya kadar gelmiştir ki Türk milletin göz bebeği durumundaki emniyet teşkilatının bir komiseri sokak ortasında PKK’nın siyasi uzantısı olan bir partinin vekili tarafından şamarlanarak azarlandığını da görünce Sonunda bunu da yaptılar demekten başka bir şey bırakmadılar bize. Pes doğrusu!
Asıl işi milleti temsil etmek olan ve maaşını da milletten toplanan vergilerle alan bir milletvekillinin yaptıklarını görünce bu ülkenin her duyarlı vatandaşı gibi insanın kanının donmaması mümkün değil. Gerçi malum milletvekilin hangi şartlarda parlamentoya girdiğini sanırım hepimiz biliyoruz ve cezaevinden meclise uzanan yolu da hatırlıyoruz. Bu ülkenin değerleri ile durmadan alay eden ve ekmeğini yediği suyunu içtiği bu devlete ihanet etmekten çekinmeyen bu malum vekil ve partisinin siyasi terörün en güzel örneğini Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde fırsat buldukça zevkle icra ettiklerini maalesef hep birlikte görmekteyiz.
Ülkemizin bu noktaya nasıl geldiği herkesin malumudur. Açılım adıyla ortaya konulan yıkım ve bölünme projeler; açlığa, yokluğa, yoksulluğa, İşsizliğe, içinde bulunduğumuz borç batağına ve çaresizliğe tuz biber ekmiştir. Açılım projesi denilen bu politikalar ilk gündeme geldiğinde siyasi ikbal peşinde koşarak sessiz kalanlar yâda kendi kimliğini reddedercesine söylemler ve demeçler verenler tarih önünde hesap vermekten kurtulamayacaklardır. Gerçi bu muhteremlerin bugün de bir şey dedikleri yok. Onlar için gayet normal bu olanlar. Halen tepkilerini açıkça göstermekten bile acizler. Yakın coğrafyalarımızdaki istikrarsızlık içinde bocalayan ülkelere yabancı menşeili projelerini uygulamaya çalışırken, ülkemiz kargaşanın, kaosun ve kardeş kavgasının eşiğine kadar geldiğini görmemek için sanırım ya kör yada sağır olmak gerekiyor ki bu durumda bile insanın şöyle olanlara bir bakınca nereye yuvarlandığımızı tahmin ediyor olması lazım. Bu süreçte artık herkes aklını başına alarak Silopi ilçesinde, polisimize yönelik rezil saldırıyı lanetlemelidir. Kimden ve nereden gelirse gelsin, milletimizin esenliği ve emniyeti için fedakârca görevlerini yürüten güvenlik görevlerimize yönelik hunharca saldırıların, tahriklerin def edilmesi Yüce Türk Milletinin en büyük isteği ve beklentisidir. Türk polisi ve askeri sahipsiz ve yalnız değildir.
Velhasıl kelam artık zaman siyasi çıkar ve istikbal düşünme zamanı değildir, ülkemiz karanlık bir kuyuya itilmek üzere iç ve dış mihraklarla çevrili bir kumpasın içerisinde gün geçtikçe sonu nereye kadar gideceği belli olmayan bir yola girmek üzere. Gün geçtikçe pervasızca sesini yükselten ve adım adım bu ülkeyi karmaşaya, kargaşaya, ayrıştırmaya götüren bu sürece artık siyaseti bir kenara bırakarak dur demenin vaktinin geldiğini sanırım artık herkes görmüştür.
Türk Milleti asil bir millettir. Birilerinin dediği gibi; Ne koyundur ne de sürü. Dostunu da bilir, düşmanını da. Zamanı gelince atacağı tokadın da ne kadar ağır olduğu da herkesçe malumdur. Bunu dün yedi düvele karşı Çanakkale de ispat etmiştir. Gerekirse bugün de Kandilde ispata hazırdır. Çünkü bu aziz millet yalnız değildir. Kendini karşılıksız seven öz evlatları dün de vardı, bugün de var, yarın da muhakkak olacaktır.
Türk Milleti, ezelden ebede; Kürdüyle, Çerkeziyle, LazıylaAvşarıyla, Alevisi-Sunnisiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı da kanla çizilen Ay-Yıldızlı şanlı bayraktır. Bugüne kadar çok denemelerine rağmen bölünüp ayrılmayan bu şanlı milleti bugünden sonrada ayırıp ayrıştırmaya kimsenin gücü yetmeyecektir. Çünkü bu devleti ve onun asil milletini karşılıksız seven milyonlarca vatan evladı her aman hazır beklemektedir.
Saygı ve muhabbetlerimle…
SDÜ ÖĞR. GÖR.
MEHMET YILMAZER