Bugün başka yazı hazırlamıştım, ama TV’deki bazı haberler üzerine bunu yazmaya karar verdim. Bir insan yedisinde neyse yetmişinde de odur, tamam. Ancak belli bir makama gelmiş kişiler huyları ne olursa olsun sözlerine, davranışlarına dikkat etmek zorundadır. TV’de Başbakanın söylediklerini izledikçe kendi kendime soruyorum. “Erdoğan ne yapmak istiyor?” Tamam, Kasımpaşalı, kimsenin düşüncesi önemli değil, herkes onun dediklerini uygulamak zorunda. Seçimlerde kendisine oy veren kesime şirin görünmek istiyor, ama vermeyen % 50’yi de hiç takmıyor.

Çamur at, izi kalsın” sözünü doğrulayan davranışlar(iftira atmak) onda, büyüklere, şehitlere, inanca saygısızlık onda, sözünün nereye gideceğini düşünmemek onda, dün söylediğini bugün inkâr etmek onda, külhanbeylik onda. Ve bugün bu yazıyı yazmama neden olan etik dışı, demokratik olmayan davranışlar ve uygulamalar yine onda.

Önce beni müthiş sinirlendiren olayla başlayayım. Gezi Parkı'nda başlayıp ülkeye yayılan eylemler sırasında yaralıları tedavi eden doktorlar için soruşturma açılıyormuş. Doktorların Hipokrat yemini ederek hastasına cins ırk gözetmeden yardım ettiğini biliyorsunuz, sanırdım. Siz ciddi misiniz? Doktorlar bundan dolayı suçlanabilir mi? Hatırlayın, Çanakkale’de Mehmetçik göğsündeki yarayı otla tıkayıp elinde annesinin fotoğrafını tutan düşman askerini sıhhiye çadırına kadar taşımadı mı? Bu soruşturma resmen insanlık ayıbı. Şimdi bazı okurlarım internette araştırır, kopyalayıp yapıştırır, “Ama Sağlık Bakanımız mesaiyi bırakıp giden doktorlar için demiş.” diyecekler. O zaman ben de onlara sorarım: “Beyler, ortada yaralı var, orada da bir doktor var, mesaide değilim bakamam mı desin?” Ya da “Mesaisi olan doktorun orada ne işi var?” Yani tedavi etmeseler de ölseydi daha mı iyi idi?

Cumartesi günü Ankara’daki mitingde Başbakanın söylediklerine bakalım ve yorumlayalım:

"Yarın İstanbul mitingi var. Bakın çok açık net söylüyorum Taksim Meydanı boşaldı boşaldı, boşalmadığı takdirde bu ülkenin güvenlik güçleri orayı boşaltmayı bilir.” Ve uzlaşmacı tavır yerine bu sözleri söyleyen Erdoğan’ın emri doğrultusunda yazımı yazarken müdahale başladı. Ortalık savaş alanı. Divan Oteline sığınanlara polis müdahale ediyor. İçerde yaralılar, doktorlar ve akut görevlileri var, kapıdan içeri gaz bombası atılıyor. Polis kardeşim, tamam emir aldın ama kapalı alana niye atıyorsun? Tomaların içine solvent(deriye temas ederse deride yanma, kaşıntı, yapıyor.) koymak için de mi emir aldın? O zaman bunun adı cinayet. Ulusal Kanal’dan bir annenin feryat ve bedduasını izlerken yüreğim daraldı. Evladının başına gelenin aynısının başbakanın evladına gelmesini haykırıyordu. Sayın başbakan, görüntüleri izliyor musun bilmem, vicdanın hiç mi sızlamıyor? Diyeceksin ki “Meydanı boşaltsalardı.” Siz yargıyı bekleyelim demediniz mi. Oradakiler ellerinde bayrak ve kitaptan başka bir şey olmayanlar polise silahla mı saldırdı? Hani halk oylaması yapacaktınız? Danıştay’ın kararını neden tanımıyorsunuz? Bu öfke kin niye. 

"Bu manzarada kavga yok, bu manzarada gürültü yok, bu manzarada yakıp yıkmak yok, bu manzarada gönül insanları var.” dediniz. Ama eksik söylediniz. Ben tamamlayayım. “Oradaki kalabalığa polis müdahalesi yoktu. Orantısız güç yoktu. Size burayı terk edin denmedi.” Siz olmayan ve yalan olduğu ortaya çıktığı halde hâlâ “Camilere ayakkabılarıyla girdiler, içki içtiler, başörtülü kızlarımıza el uzatıldı, okullara, üniversitelere sokmadılar, sabrettik.” Diyerek halkı daha çok kışkırtıyorsunuz. Hepsi yalan. Başörtülü kızlarınız okullara sokulmadı da bugün türbanlı kişiler yurt dışında mı okudular? Müezzin böyle bir şey olmadığını söylemedi mi? Hala daha "Bize nasıl bir tuzak kurduklarını çok iyi görmenizi istiyorum.” diyorsunuz. Bana kışkırtıcı diyenlere soruyorum: “Bunlar kışkırtıcılık değil de nedir?”   

Kendinizi acındırıp yalan ve iftira ile bir yere varamazsınız. Her defasında "Bir şiir yüzünden hapis cezasına çarptırıldım, ömür boyu siyasi yasaklı oldum." masalını anlatıyorsunuz. Siz bir şiir yüzünden hapis cezası almadınız. Bakın Siirt’te ne okudunuz: "Türkiye'de düşünce özgürlüğü yok ve ırk ayrımı yapılıyor. Minareler süngümüz, kubbeler miğferimiz, camiler ise kışlalarımızdır. Gökler yerler açılsa, üzerimize tufanlar yanardağlar saçılsa yolumuzdan dönmeyiz. Ezanı kimse susturamayacak. Benim referansım İslamiyet'tir. Bunu dile getiremiyorsam, yaşamamın ne anlamı var?” Bu nasıl şiir. Yasaları ve anayasayı keyfinize göre değiştirerek başbakan olduğunuz günden beri Türk-Kürt, Gürcü, Laz, Arnavut-Çerkez, Alevi-Sünni diye bölmeye çalışan kim? Seçim kampanyasında Kılıçdaroğlu’nun Aleviliğini ağzına kim sakız etti? CHP'yi Esat rejimi ile aynı mezhepten olmakla kim suçladı?

Sayın Cumhurbaşkanı. Yarından korkuyorum. Boş yere kardeşkanı dökülmesini istemiyorum. Çok daha büyük olaylar olmadan makamınızın yetkisini kullanın. “Dur!” demenin vakti geldi de geçiyor bile. Annelerin haykırışlarına kulak verin. Birilerinin birisini silkelemesinin zamanı gelmedi mi daha? Yeter artık. Ortalık sakinlesin. Herkes kendine gelsin. Olaylar bitsin. Aslında olaylar başbakanın ağzından çıkacak bir iki cümleye bakar. “Gezi Parkı sit alanı imiş, hata yapmışız. Söz veriyorum, burası aynen korunacak.” Kaybeder mi, kazanır mı? Ama nerede bunları söyleyecek kişi. Saygılarımla, hoşça kalın.