Öğretmenlik hem kutsal, hem güzel hem de çok önemli bir meslektir. Her ne kadar çoğu iktidar gerek maddi gerekse manevi konularda başka pek çok meslek grubundaki memurlara göre öğretmenleri biraz ihmal etse de onlar ülkenin geleceğinin aydınlanması için çok önemlidirler.
Öğretmenlerle ilgili herkes bir şeyler söylemiş. Öğretmenlerle ilgili güzel ve özlü sözleri pek çoğumuz duymuşuzdur. “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” Hz Ali (r a), “Muallimler! Yeni nesli, Cumhuriyetin fedakar muallim ve mürebbilerini sizler yetiştireceksiniz ve yeni nesil sizin eseriniz olacaktır ” M. Kemal Atatürk, “Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir Öğretmenden, eğiticiden mahrum bur millet, henüz bir millet adını alma yeteneğini kazanamamıştır ” M. Kemal Atatürk, “Dünyada her şeye değer biçilebilir, ama öğretmenin eserine değer biçilemez Çünkü onun eseri her şeydir ve hem de hiçbir şeydir” Socrates ve bu liste uzayıp gider.
 Ama yukarıda belirttiğim gibi özellikle son dönemlerde öğretmenlere hak ettiği değer verilmiyor. Başta ekonomileri olmak üzere özlük hakları maalesef zayıflatılmış durumda. Çoğu öğretmen zor koşullarda ücretli veya sözleşmeli olarak çalıştırılıyor. Öğretmen birkaç oy veren bir seçmen ailesi kadar nazara alınmıyor. Zira “sosyal devlet” olduk diye böbürlenenler sadece oy verme ihtimali karşısında bazı bölgelere beyaz eşya bile dağıtırken ve bunu sosyal devletçilik (!) olarak görürken kanser hastası olan iki pırıl pırıl genç öğretmenin sözleşmeleri ise zorunlu olarak aldıkları sağlık raporları 30 günü buldu diye feshediliyor. Sadece maaşlarından değil sosyal haklarını da kaybeden bu öğretmenler artık sağlık giderlerini karşılayamama ve belki de neticesinde ölümle karşı karşıya gelmek zorunda bırakılıyorlar. 
Aslında bu iki genç öğretmenimizin durumunu ayrıntılı olarak sizlere anlatacaktım ancak çok sevdiğimiz olmazsa olmazımız öğretmenlerimizden şehrimizde bulunan bazıları bana göre kendilerinin de utanacakları bir eylem içine girdiler ki bunu da sizlerle paylaşmadan geçemeyeceğim.
Geçtiğimiz hafta sonlarının birinde öğretmenevinin önünden kızımla geçerken göze hoş gelmeyen bir manzarayla karşılaştım. Sayısı onbeşe yaklaşan bir grup, öğretmenevinin önünde toplanmıştı. Birçoğunun öğretmen olduğunu biliyordum ve yaklaşınca gerek ellerindeki belgelerden gerekse konuşmalarından ehliyet almak için yapılan direksiyon sınavına hazırlandıklarını anladım. Görüntüyü çirkinleştirense neredeyse tamamının elinde sigara olmasıydı. Bir kısmı dumanını iştahla içine çekerken birkaç tanesi de nedenini anlamadığım bir telaşla sigaralarını yakmaya çalışıyordu. Öğretmenevinin önünde, düzgün kıyafetli, tıraşlı ve beyefendi görünümüyle dikkat çeken öğretmenler adeta toplu sigara eylemi yaparcasına hem kendilerini zehirliyorlar hem de oradan geçen çocukların ve gençlerin zihnine bu çirkin görüntüyü kazıyorlardı. Hemen yanı başlarındaki Zafer İlköğretim Okulu’nun hafta sonu kursları dolayısıyla yüzlerce öğrencinin geçişi sırasında adeta poz verircesine. Tam bu sırada kızım yüzünü buruşturarak “baba ne oluyor burada, neden toplanıp sigara içiyor bu insanlar” diye sorunca utanıp onların öğretmen olduğunu söyleyemedim ve sorusunu geçiştirdim. Ama eminim oradan geçen pek çok kişi en az birkaç tane arkadaşın hangi meslekten olduğunu biliyordur. Öğretmenler çocuklarımızla ailelerden daha çok vakit geçirmekte ve hayata hazırlık sürecinde örnek hatta idol olabilmektedir. Başta orada bulunan öğretmenlerimiz olmak üzere tüm öğretmenlerimizin daha iyi örnek olmak adına sadece tütün mamulleri konusunda değil pek çok konuda daha hassas davranmalarını hem kendi sağlıkları açısından hem de toplumun genel menfaati açısından bekliyorum. Malum şarkıda da olduğu “sen bir ana, sen bir baba…” dediğimiz öğretmenlerimizden bu kadarını da istemek hakkımız değil mi?