On altı on yedi yaşlarındayım; o sıralar İzmir’de radyo tamirciliği yapıyorum. Mahallede bir, deli demeyelim de, saf kalpli İsmail vardı. Allah dedesi yaratırken beynin yarıçapını biraz kısa tuttuğundan dolduruşa kolay gelirdi.
Mahalleli de bunu öğrenmiş, işletir dururlardı İsmailceğizi. En çok da, sigaranın dumanını gözünden çıkardığına inandırmışlar. İsmail ne zaman sigara yaksa, çevresine toplaşıp başlarlardı “Şimdi gözünden çıkaracak, çıkardı, çıkarıyor” diye bağrışmaya. Zavallı İsmail gözümden duman çıkaracağım, diye ıhınmaktan kıpkırmızı kesilirdi.
                                                       …
Dolduruşa getirmekten bahsedince konunun, gide gide Suriye sınırına dayanacağını siz sevgili okurlarım doğal olarak anlamışsınızdır.
Çünkü artık “Bıçak Kemiğe Dayandı.”
Bu söz, Güneydoğu terörü başladığından beri tüm başbakanların sırayla söyledikleri bir söz, artık vecize olma niteliğini bile yitirmiş, adeta atasözü olmuş.
Tam bu satırları yazarken, internetten bir gazete sayfasını açtım sekiz şehit.
Lanet olsun.
Kafam allak bullak oldu.
                                                       …
Efendim, biliyorsunuz, sayın başbakan açık bir dille bir kez daha açıklamıştı: “Bıçak kemiğe dayandı!”
Yalnız bu kemiğe dayanan bıçağın, o terörün telef ettiği, daha bıyığı yeni terlemiş çocuklarımızla, kuzularımızla uzaktan yakından ilgisi yok. Onları koruyan koskoca bir ordu zindanlara tıkıldığına göre, önemi de yok.
Eee, neymiş bizi “Bıçak kemiğe dayandı!” dedirten sorun? Suriye imiş.
Sahi, bu Suriye bize bir şey mi yapmıştı? Yoo. Orasına bakarsanız Libya da bir şey yapmamıştı.
Amerika ile açlarımız bir ya onun içinmiş.
                                                       …
Amaç birliği bu, “Ortak” istesin Rusya’ya da savaş açarız, Çin’e de, Yukarı Volta’ya da.
Bizim İsmail’in hesabı. Amaç gözden duman çıkarmak değil mi?