Uzun süredir özel hayatımdaki yoğunluk sebebiyle sizlere köşemden seslenme fırsatı bulamamıştım. Bu süre içinde ülkemiz önemli gündemlerle meşguldü ve yazacak çok konu vardı, fakat yazılarıma istemeden de olsa ara vermiştim. Gerçi hala hayatımın rutine döndüğünü söylemek zor ancak son günlerde yaşananlar her ne olursa olsun beni yazmaya itti.

              Adalet Ve Kalkınma Partisi özellikle ikinci kez tek başına iktidar olduğu dönemden sonra her geçen gün “ben yaptım oldu” zihniyetiyle birçok değişim gerçekleştirdi. Bunların bazılarına muhalefetten, sivil toplum kuruluşlarından ve geniş halk kitlelerinden tepkiler verilse de iktidarın dümenindeki tek isim Recep Tayip Erdoğan bunların hiçbirine kulak asmadı ve bildiğini okudu.

               Halkın önemli bir kesimi birçok değişimden hoşlanmasa da bireysel özgürlüklerine dokunulmadığı için çok da tepki gösterme zorunluluğu hissetmedi. Bu değişimlerin neredeyse tamamında yapılanlardan rahatsız olanların karşı cephesinde ‘oh ne iyi oldu’cular ortaya çıktı. Kurulan denge içinde değişimler çok da muhalefet yaşanmadan hayata geçirildi.

                Ancak son dönemde iktidar sadece genel yönetim ve ülke idaresi alanında değil kişisel özgürlükler alanında düzenlemeler, sınırlandırmalar hatta kısıtlamalar yaptı. On yılı aşkın zamandır yavaş yavaş toplumsal kurallara kadar sızan değişimler yaşanırken kitleler rahatsızlıklarını içine attı ya da çok da açıkça ifade edemedi.

                Artık öyle bir hal aldı ki adeta hayatımızı iktidara hatta belki de Erdoğan’ın isteğine göre yaşamaya alıştırılır hatta zorlanır hale geldik. Birçok değişim yavaş yavaş yapılsa da her bir damla bardağı da aynı şekilde yavaş yavaş doldurdu. Artık ne yiyeceğimize, çocuklarımız dâhil neler giyeceğimize, ne içeceğimize ve de ne içmeyeceğimize kadar birçok konuda düzenleme adı altında dayatmalar başladı. Bunu önce öylesine masum söyleyerek yaparken bir süre sonra sanki toplumun ferdi olmanın şartı haline gelerek mahalle baskısı bile oluşturulmaya başlandı. Daha da ileri gidildi ve kaç çocuk yapmamız gerektiği bile sayın büyüğümüz tarafından bize dikte edildi.

             Ülkemiz son haftaya işte bu gaz şişkinliği ile girdi. Kişisel özgürlük alanları her geçen azaltılan halk Gezi Parkı eylemleriyle başlayan süreçte içindeki gazını boşaltma ihtiyacı hissetti. Artık yeter diyen onbinler ile bu eylemlere destek veren milyonlar iktidara seslenerek baskının ve özgürlüklerin kısıtlanmasına yönelik tavır ve düzenlemelerin son bulması için bir çağrı yaptı. Başbakan Erdoğan bırakın bu çağrıya kulak vermeyi halkın gazını atmasına bile izin vermedi. Bir de üstüne üstlük polisi halkın üstüne gaz bombası ile saldırttı. Yani gaz alacakken gaz vererek tansiyonun daha da artmasını sağladı.

                 Cumhurbaşkanı Gül’e göre yaşananlar karşısında halk bir mesaj verdi ve bu mesaj alındı! Ne hikmetse bu mesajı Sayın Gül algılayıp anlarken Başbakan Erdoğan Gül’ün mesajı anlamamakla kalmayıp “ne mesajı?” sorusunu da muhatabı Gül’e değil gazetecilere sordu. Mesajı almadığı eylemciler ve destekçilere karşı hala tehditkâr ve de hakaret içeren sözlerle yaklaşmasından açıkça anlaşılıyor. Bir de “evde zorla tuttukları”nı iddia ettiği bir %50 varmış ki, bunlar kim? Bunları hükümet nasıl zorla tutuyor? Bizim bilmediğimiz duymadığımız bir haberleşme ile mi bunu yapıyorlar? Anlayamadık. Ama Sayın Başbakan İzmir’de eylemcilere müdahale eden polislerin arkasında eylemcilere saldıran elleri sopalı grupları kastediyorsa hata yapıyor. Çünkü gördüğümüz o ki o yığın kendinden bir hayli fazla sayıdaki polislerin arkasına saklanarak sokaklara çıkmış. Bu durumda yüzde elliden fazla sayıda polisi nereden bulacaksın da arkasına takılanlar sokaklara dökülecek diye sorarlar adama. Böyle kuru tehditlerle ne bu eylemler sona erer ne de ülke sağlıklı bir şekilde yönetilir.

                         Hem mesajı algılayan hem de “demokrasi sadece sandık değildir, demokratik eylem ve tepkilere de saygı göstermek gerekir” tespitinde bulunan Cumhurbaşkanı Gül’e iki kez alkış tutuyorum.

                         Başbakan Erdoğan’a gelince sanırım Kasımpaşalı olmaktan vazgeçti zira önce Dünya’nın gözlerinin üstümüze çevrildiği Reyhanlı saldırısının sıcak gündeminde; şimdi de yine tüm Dünya’nın demokrasi sınavı verdiğimizi beyan ettiği ve bizi izlediği şu günlerde yurt dışında olmayı tercih ediyor. Belki birileri yazımın altına yorum yazarak üzerime vazife olmadığını ya da haddimi sorgulayacaklar ama ben yine de yazacağım; yakışmadı be Erdoğan!