Sonunda olacağı buydu. Korktuklarımıza adım adım ilerliyoruz. Ama birilerinin hiç umurunda değil. Ülke halkı ikiye ayrılmış, birbirine düşman olmuş, kan gövdeyi götürmüş önemli mi? Önemli olan koltuk. Bugünkü yazımı dünden hazırlamıştım. Menderes’in hatalarına devam edecektim. Ama yaşayıp, duyup gördüklerim buna izin vermiyor. Bugün gelinen nokta üzülerek ifade edeyim insanın tüylerini diken diken eden cinsten. O nedenle beni bağışlayın, o yazıma ara vereceğim.

Cumartesi akşamı haberleri izliyorum. Yandaş kanaldaki habere takıldım. Haberde Bezm-i Âlem Valide Sultan Camisi müezzini Fuat Yıldırım’ın bazı basın kuruluşlarının sözlerini çarpıttığı ve kendisini hedef haline getirdiğini iddia ederek yargıya başvurduğu söyleniyordu. Önce şaşırdım. Sonra “burası Türkiye gayet normal” dedim.

Fuat Yıldırım olayını hatırlayalım. Yıldırım, gezi parkı direnişi sırasında terörle mücadele şubesinde birkaç kez ifadesi alınmış, her seferinde ifadesini tekrarlayıp ‘Ben din adamıyım, yalan söyleyemem, camide içki içen birini görmedim’ demişti. O zaman ‘helal olsun hocam, bu devirde hem müezzin olacaksın, hem de başbakanı yalancı çıkarmak pahasına doğru bildiğinden şaşmayacaksın’ dedik ve bu iktidar bunu yanına bırakmaz diye düşünmüştük. 29 Haziran’da Diyanet İşleri Başkanı’nın açıklama yapması beklenirken, İstanbul İl Müftülüğü’nden bir yetkili Başbakan’ı yalanlayan Yıldırım’ın başka bir yere sürüleceğini ifade etti. Ve ardından müezzin birden 180 derece döndü. Bu yazılı ifadeyi vermişse, niye aynı ifadeleri konuşurken vermedi? Neden bu kadar zaman bekledi? Adamcağızın üzerinde nasıl bir baskı var düşünmek bile istemiyorum.

Bu bana şu fıkrayı hatırlattı, CIA, KGB ve MIT’in hangisinin daha başarılı olduğu konusunda bir yarışma düzenlenmiş. Buna göre üç örgütün en iyi on adamı Kongo’nun balta girmemiş ormanlarına gönderilmiş. Görevleri, “Ormana girip, en kısa sürede bir zürafa bulup getirmek.” Önce KGB’liler gitmiş. 15 dakika sonra bir zürafa ile gelmişler. Sonra CIA gitmiş. 10 dakika sonra bir zürafa ile gelmişler. Son olarak bizim MIT gitmiş, 7 dakika sonra bir fille gelince yarışmayı düzenleyenler “Bu da ne?” diye sormuş. Fil atlamış, ”Valla ben zürafayım abi.” Bilmem anlatabildim mi?

Başka bir yandaş kanala geçtim. Diyanet İşleri Başkanı sıralıyor. Camiler zorda kalan herkese açıkmış, ama üs olarak kullanılmamalı imiş. Bunlar önceden planlanmış ve o camiye mühimmat yığılmış, içeriye ayakkabı ile ve sarhoş girilmiş, bir genç içerde kız arkadaşını öpmüş. Sayın başkan (başkan demeye dilim varmıyor ama neyse) sen ki bir dinin en üst düzeydeki kişisisin. Bu sözler sana yakışır mı? Nasıl iktidara şirin görünmek için politika yaparsın? Bir cami nasıl önceden planlanıp üs haline getirilir? Direnişçiler polisin kendilerine şiddet uygulanıp oraya yöneleceklerini önceden nasıl planlayabilirler? Can derdinde olan o insanlar polise “İzin verin de ayakkabımızı çıkaralım, camiye öyle girelim” mi demeli idi? Dışarıda alkol almış bir insanın canını kurtarmak için içeriye girmeye hakkı yok mu? Bir gencin kız arkadaşını öpmesi sizce sevişmek mi? Korkmuş olan kız arkadaşına cesaret vermek için bir davranış olamaz mı? Elinize bir belge geçtiyse lütfen bunu paylaşın ki biz de doğruluğunu görelim. Biri kameraları kırdılar diyor, diğeri çıkıp camide öpüşenlerin kamera görüntüleri var diyor. Çok yazık. Milleti dininden soğutmayın bari.

Son olay ki en korkuncu.  Taksim-Harbiye’de ellerinde pala 2 kişi sağa sola saldırıyor, bir bayanın beline tekme atıyor. O anda oradaki polisler ne yapıyor, biliyor musunuz? Saldırganın omzunu sıvazlayıp sakinleşmesi için şefkat gösteriyor. Şarkı, türkü söyleyen, ellerinde karanfil olan, şiddete bulaşmayanlara ne yapıldığı malumunuz. Vali bir süre sonra “O 2 kişi gözaltına alındı” diye açıklama yapıyor. Yalanmış. Peki, onlara şefkat uygulayan polisler hakkında ne işlem yapıldı? Bir süre sonra iktidar kanadından açıklama gelir. “Bunlar da Ergenekon uzantıları.”

Gelelim size sayın başbakan. Halkı bizim, sizin % 50 diye ikiye böldünüz. Gezi Parkı direnişçilerini çapulcu yaptınız, üzerlerine emniyet güçlerini saldınız, mitinginizde “Yol ver geçelim, Taksim’i ezelim.” diyenleri keyifle izlediniz, halkın barışçıl tepkisini dinlemeyip, mitingle misilleme yoluna gittiniz. Mahkeme kararına kulak tıkadınız. “Bizim mitinglerde olay yok.” diye hava attınız. 2003’te postalla camiye girip her türlü saygısızlığı yapan ABD askerlerine “ABD’nin Irak’ta savaşan kahraman askerlerinin en az kayıpla ülkelerine dönmeleri için duacıyız.” deyip tepki göstermediniz. Şimdi meydanlarda “Camide içki içildi” derken yüzünüz kızarmıyor mu? Peki, kuran öğreteceğiz diye toplanan çocuklara, camilerde file kurup badminton oynatan, tekvando öğretenlere neden tepki göstermiyorsunuz? Camiler spor alanı mı? Esad’ın kendi halkını ezdiğini söyleyip lanetleyen kişi olarak ondan farkınız ne? Polisinize destan yazdı diye ödüllendirdiniz. Benim bildiğim destan düşmana karşı yazılır. Size karşı yüzde 50 düşmanınız mı?

“Bitaraf olan bertaraf olur.” demiştiniz. Hayır, sayın başbakan, “Bitaraf olan değil, sizin tarafta yer almayanlar bertaraf oluyor.” Kendi yandaşlarınıza şirin görünmek için halkı bu yalan haberlerle birbirine düşürmeyin, Sonuç ortada. Eli palalı kişiler sokağa döküldü, bir iç savaş çıkmak üzere, farkında mısınız? Yarattığınız eserinizle övünebilirsiniz. Saygılarımla, hoşça kalın.