Gördüğüm lüzum üzerine çok önce yayınlamış olduğum bir yazımı bu hafta sizlerle aynen paylaşmak istiyorum. “El öpenleriniz çok olsun” siyaseti ile “el öpenler” ve  “el öptürenlere” ithaf ediyorum efendim.

 Gariban bir duvar ustası olan Bektaşi Murtaza , Ağustos sıcağında taşları üst üste koyacağım derken kan ter için de kalır ve epeyce de acıkır. Öğle vakti de gelmiştir. Hemen elini yüzünü yıkar ve yakındaki markete bütçesine uygun bir şeyler alıp yemek için girer.

 Gözlüklerini burnunun üstüne yerleştirmiş fesini de hafif namaz vaziyeti aldırmış çelimsiz bir ihtiyar olan bakka, “buyurun” diye karşılar bizim Bektaşi Murtazayı… Murtaza tam “cebimde 50 kuruş var amca. Yarım ekmek içine biraz helva koyuver de karnımı doyurayım” diyecek ki, içeri üstü başı düzgün, pahalı kumaşlardan yapılmış elbiseler içinde, elinde afili bastonu ve fötr şapkası ile epeyce zengin olduğu anlaşılan bir müşteri girer. Girer girmesine amma, beyefendi daha kapıdan adımını atar atmaz gözünü raflara diker ve “şu helva tenekesini kapıdaki arabaya yükleyiver bakkal efendi” der görgüsüzce. Bakkal yağlı müşteriyi görür görmez Bektaşi Murtazayı daha o dakka unutmuştur. Ellerini ovuşturarak “aman efendim ne demek derhal..!” diyerek karşılık verir. Bizim Bektaşi Murtaza’nın yarım ekmek – helva hayali de böylelikle suya düşmüştür.

 Görgüsüz müşteri ise helvayla yetinmeyip “şu peynir tenekesini de , şu zeytin çuvalını da, şu reçel tenekelerini de  sarıverin arabaya damadım için feda olsun” diyerek aldıkları ürünleri damadına gönderdiğini ima ederek rafları bir bir boşaltmaya devam ediyormuş. Bektaşi Murtaza bir köşede sırasını beklerken merak içinde adama yaklaşıp “agam kusuruma bakma sizin bu damadınız kimdir ki, ne iş yapar” diye kısık bir sesle soracak olmuş ki, adam Murtazayı şöyle bir süzdükten sonra bir yandan yoğun siparişleri meşguliyetini devam ettirip, diğer yandan da aşağılar bir şekilde “sana ne kardeşim, kızımın kocası işte.. Çekil şöyle kenara da  siparişlerimi tamamlayayım, damadım bekliyor üzülmesin” tarzında bizim Bektaşiyi itelemiş…

 Bunun üzerine içerlenen Bektaşi Murtaza “yahu bey amca ne diye bu kadar uğraşıp masrafa giriyorsun? Sen bana yarım ekmeğin içine birazcık helva alıver şuradan, ben senin sülalene damat olayım” deyivermiş…

 Fıkramızı tatlı gülümsemeler ile şöyle bir kenara koyup, neden böyle bir girizgahta bulunduğumuza gelecek olursak, dememiz o ki, çalışırken yorulan, alınlarının teri ile kazandıkları üç beş kuruşu gönül huzuru içinde hiç kimseye zarar vermeden harcamak isteyen Murtaza’ların ekmekleri ya da küçük hayalleri ile sırf yalakalıkları ve toplumsal misyonları gereği oynayanlara iki çift sözümüz olacak da o yüzden….

 Bakın buraya yazıyorum, perde arkasındaki varlığınız ya da Karagözle Hacivat  gibi perde üzerindeki gölgeniz ile halkın size biçmediği misyonları üstlenmeye kalkışarak, birilerinin ekmeği ile oynuyor ya da kişilerin yeteneklerine bakmaksızın huzurlarını bozuyorsanız hiç iyi bir şey yapmıyorsunuzdur. Bu hiçbir zaman yanınızda kalmaz haberiniz ola… Birilerinin aile huzuru ve toplumsal onuru üzerinden oynadığınız oyunlar bir bir ortaya çıkar bir gün. Hatta sizlerin yediği ekmek, bu şekilde davranarak kursağınızdan geçiyorsa burnunuzdan fitil fitil gelir...

Birilerine yaranmak ve oy için verilen sözleri yerine getirmek için hiçbir Bektaşi Murtazayı rencide etmeyin. Bırakın o garibim yarım ekmek içine koyduğu helva ile karnını doyurmaya devam etsin.

 Aksi takdirde gün olup teneke teneke taşıdığınız imtiyazlara ve adam kayırmalara bir türlü anlam veremeyecek ve o da “damat” olmak isteyecektir..! İşte asıl tehlike ve curcuna o zaman başlar… Anladınız sanırım..?