Brezilya’da başladı. Futbol hayranları için sabırsızlıkla beklenen günler. Uykusuz geceler bizleri bekliyor. Zaten bir aydır televizyonlarda, yazılı basında geçmişteki unutulmaz maçları, golleri seyrettik, okuduk. Önemli bulduğum bir yazıyı siz değerli okurlarımla paylaşacağım. Dünyaca ünlü Economist Dergisi; “ Güzel Oyun, Çirkin İş” başlığı ile bir yazı yayınladı. FİFA’yı hedef alan yazıda, 2022 de Katar’ın Dünya Kupasına ev sahipliği hakkını kazanmasına yardım ettiği öne sürülen gizli ödemelerin de dâhil olduğu bazı parasal skandallardan sorumlu tutulan FİFA Başkanı Sepp Blatter’in 1998’den beri liderlik ettiği bir yolsuzluk çetesinden bahsediyordu. Bunu okuduğumda; son yıllarda ülkemizde yaşanan başta güzide kulüplerimiz ve yöneticileri ile teknik adam ve Türk futbolcusunun şike dolayısıyla yaşadıkları; cambaza bak kabilinden, FİFA’nın skandallarını örtme gibi geldi bana.

Futbola dönersek…

Milâttan önce 800 yıllarında İzmir veya Sakız Adasında yaşadığı sanılan Yunanlı filozof Homeros’tan başlayan bir merak olarak geçiyor kitaplarda. futbol benzeri bu günkü şekliyle olmayan Polibus’un (günümüzden 2300 yıl önce yaşamış Yunanlı Fiolozof) buluşu olan parlak renkli bir topla İyonya’lıların nasıl oynadıkları anlatılır, futbolun tarihçesini anlatan yazılarda. Hayata geçenlerde veda eden Güney Amerika’lı yazar Gabriel Marquez (1927-2014) ilginç bir anısında; Çıkardığımız bir Edebiyat Dergisini ilgi çeksin diye futbol maçlarında stadyumda dağıttıklarını anlatıyor.

Bir dönem kalecilik yapan Albert Camus (Ünlü Yazar 1913-1960) şöyle demişti: “Şunu öğrendim ki; top hiçbir zaman beklendiği yönden gelmiyor.” Bu bana hayatta çok yardımcı oldu.

                Edebiyatçılar da futbola çok meraklıdırlar. Özellikle, kaleci üzerinde çok dururlar. Sahadaki en yalnız adam olduğu için belki de. Futbol Edebiyatını geçip futbol konuşalım biraz.

                 Beşiktaş’lı Sergen’in topa dokunuşundaki şiirselliği bugünkü en popüler futbolcularda göremiyoruz örneğin. Edebiyatçılar ve şairler çok egoisttirler. Futbolcular da öyle. En son örneğini geçtiğimiz günlerde Türk Milli Futbol Takımımızın ABD. ile oynadığı maçta BJK’lı forvet oyuncusu Mustafa Pektemek, onsekize girdiğinde, penaltı noktasında bekleyen iki arkadaşına çıkarsa gol olacak. Mustafa bunu iki kez yaptı, golü bulamadık mağlûp olduk. Dedik ya, futbolcu egoisttir. Futbolu iyi bilenlerin dediğine göre, iyi futbolcu iki durumda pas verir. 1- Başka çaresi kalmadığında, 2- Topun, kendisine geleceğine emin olduğunda. Elbette futbol da edebiyat gibi oyundan ibaret değil.

                “ Futbol asla, sadece futbol değildir.” denir bir de.. Nazi Almanya’sının Propaganda Bakanı Goebbels’in konuşmalarında futbol terimleri kullandığını, Şili’li Diktatör Pinoche’nin toplama kampı olarak Santiago Stadını seçtiğini bir zamanlar okumuştum.

                Benim kanaatim; futbol bir oyundur, cazibesi de buradır. Pele’nin 1950 Dünya Kupasını anlattığı bir hikâyesi vardır. Sizlerle paylaşmak isterim.

                “II. Dünya Savaşı sonrası, henüz toparlanamamış Avrupa yerine, turnuva için Brezilya en uygun yerdi. O yıllarda çocuk olan Pele, fakir ülkesinin ilk kez futbol sayesinde kenetlendiğini nefis ayrıntılarıyla hatırlıyor, anlatıyor. 16.Temmuz.1950 tarihinde, 220 bin kişilik Maracana Stadında kupanın kazanılacağından kimsenin kuşkusu yokmuş. İlk yarının golsüz bitmesi, Uruguay kalecisi Roque Mâspoli’nin şansı diye anlatılır. (Bu futbolcu ülkesinde iki kez milli piyangonun en büyük ikramiyesini kazanmıştır.) İkinci yarıda Brezilya 1-0 öne geçmesine rağmen maçı 2-1 kazanan Uruguay şampiyon oldu. Radyoda spiker bunu defalarca tekrarlamış. “ Kimsenin inanmayacağını bildiğim için tekrarladım.” demiş daha sonra. Pele, babasını hayatında sadece o gün ağlarken gördüğünü söylüyor. Eski bir futbolcu olan babası Dondinho, sakatlanınca futbolu bırakmak zorunda kalmış. Sakatlanmasına sebep olan takım arkadaşı Augusto ise o gün Brezilya takımının kaptanıymış.

                Edebiyatçılar ve futbol yazarları, o yenilgiyi, modern Brezilya tarihindeki en büyük trajedi olarak gösterirler hep. Yediği ikinci gol kaleci Barbosa’yı ölümüne kadar, tam 50 yıl bir gölge gibi takip etti. O gün radyo başında yenilgiyi dinleyen Pele; 8 yıl sonra ülkesine kupayı kazandıracaktı ama 1950 finali hayatının dönüm noktası oldu.

                Edebiyat gibi, futbol da iyi hikâyeler ile yaşıyor. Dünya kupası bir kez daha Brezilya’da. Kim kazanırsa kazansın geriye güzel hikâyeler kalacak.

                Bugün 6. günü Dünya Futbol Şampiyonasının. Daha ilk günlerde; Pele’nin 50 yıl unutamadığı ilginçlikler yaşandı bile. Daha ikinci gün; İspanya Futbol İmparatorluğu çöktü. Hollanda harika bir oyunla İspanya’yı 5-1 yendi. Burada farklı bir hususu zikretmek istiyorum. İspanya Teknik Direktörü Vincente Del Bosque 7-8 yıl evvel BJK. yı çalıştırmış, başarısız olunca gönderilmişti. Açtığı dava sonucu BJK. dan 8 buçuk milyon Euro tazminat almıştı, çalışmadan, hakkı olmadan. O yıllarda haram etmiştim. Zira o para BJK’ nın kasasından çıkmıştı ama Türk Milletinin dövizini almıştı. Saçı bitmedik yetim hakkı yani. Yüce Allah ona öyle bir ders verdi ki, Pele gibi değil 50 yıl, yedi göbek sülâlesinin unutamayacağı 5-1 lik Hollanda mağlubiyetini. Bir başka ilginç müsabaka 3. gün oynandı. Spor otoritelerinin final oynayacak dediği Uruguay, Kosta Rika’ya 3-1 mağlup oldu. Kosta Rika’ya hayran kaldım. Dikkatimi çeken bir husus daha var, siz değerli okurlarımla paylaşmadan edemeyeceğim. İstisnasız her Devletin Milli Marşlarını, futbolcular adeta haykırarak söylüyorlar. Bir de bizimkileri düşündüm, dudaklarını kıpırdatan veya mırıldanan futbolcularımızı. İnşallah onlar da benim gördüğümü görüp ders çıkarırlar.