(Bu yazı 7 haziran seçimlerinden önce yazılmıştır. Seçim yasakları nedeniyle yayın günü olan 6 Haziranda yayınlanamamıştır.)

Hatırlardadır, büyük reis, “cadı avıysa, cadı avı” diye sözler etmişti. Ne zamandır, bu konuyu tarihteki yaşananlar ile bunun ne manaya geldiğini okurlarıma yazmayı düşünüyordum.

Ben önce, konunun tarihsel perspektifine kısaca değineceğim.

“Cadı avı” aslında Orta Çağ Avrupa’sında yaygın olarak başvurulan, çoğunluğu kadın “cadı” olmakla suçlanan kimselerin, masum olduğunu isbat edememeleri halinde yakıldıkları, ya da suya atılarak boğuldukları “insan avı” na verilen bir ad. Delilsiz “şeytanlaştırma” kampanyalarına dayalı bu “insan avı” sırasında, ciddi tarih kitaplarında hayatını kaybedenlerin sayısı 60 bin civarında…Bir de bu sayının milyonları aştığını ileri süren tarihçiler de mevcut.

“Cadılıkla” suçlananların bu iddiayı reddetmeleri yasaktı. Onun yerine suçsuz olduklarını isbat etmeleri isteniyordu ki; bu hukukun “Herkes suçlu olduğu isbatlanana kadar masumdur”, “İddia sahibi, iddiasını isbat etmekle mesuldur.” gibi evrensel temel prensiplerine de aykırıdır.

Günümüzde “cadı avı” kavramı daha çok, “fikirleri tehdit olarak görülen kimselere karşı düzenlenen kampanyalar” ya da “hukuka dayanmayan yaygın insan avı” için kullanılıyor.

Cadı avının en acı örneklerinden birisi 1950 lerde Amerika’da yaşandı. Cumhuriyetçi Senatör R. Mc Carthy’nin başlattığı “komünist avı”, yüzbinlerce Bürokrat, Akademisyen ve Sanatçının fişlenmesine, tasfiye edilmesine ve yargılanmasına sebep olmuştur. Buradan da bugün ABD. de komünist ve sosyalist partilerin neden bulunmadığını anlıyoruz. ABD. deki, şimdi Başkan olan Obama’nın mensup olduğu Demokrat Parti sosyal hukuk devletini benimseyen, bazıları sosyalist dese de liberal bir partidir.

Ülkemizde bunun benzerlerini bizim insanımız da yaşadı. Yaşları 60 ve üstünde olanlar 12 Mart 1971 Muhtırası ile, ardından 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi ve son olarak da 17/25 Aralık 2013 yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun ardından Türkiye’de de cadı avı yaşandı, halen de yaşanmakta. Emniyet üst düzey mensupları, Hakimler, Savcılar, Gazeteciler ve daha niceleri derken….

Çok yakın zamanda şehrimiz Ödemiş’te yaşanan küçük bir olayı anlatayım: Düne kadar yakın köylerimizden olan (şimdi mahalle) bir yerleşim biriminde Diyanet İşleri Başkanlığı kadrolu bir imamı Güneydoğu’ya sürgün ettiler. O köyde yaşayan dostlarımdan biliyorum; hayatını kötü alanlarda harcayan köyün nice gençlerini, dini ve insani telkinleri ile adam gibi adam olmalarını sağlayan bu değerli din adamı, 3 yıl önce çok ağır ve önemli bir ameliyat geçiren 25 yaşındaki yeğenime, evine kadar gelerek sırf Allah’ın rızasını kazanmak için ona Kur’an okumayı öğretti. Uzun süren hastalığın nekahet döneminde de gencimizin maneviyatını güçlendirerek, ona yaşama sevinci aşıladı. Yeğenim şimdi, sağlıklı ve moralli olarak işinin başında. Hocanın suçu mu, cadı avı dedik ya, paralel maralel uyduruk bir yafta yapıştırmışlardır herhalde. Paralel paranoya altında hukuka dayanmayan bu tasfiyeler, fişlemeler, sürgünler gerçekleştiriliyor. Acaba bu seçim öncesinde Bakanlarla ayni karede görünmek için resim çektiren, iktidarın arabalarına binip köylere giden meslektaşları bir nebze olsun üzüldüler mi ki?  Süleyman Demirel’in o meşhur sözünü unutmayalım. “Keser döner, sap döner; bir gün gelir hesap döner.”

Sözün kısası o hocamıza ne mutlu  adı rüşvet ve yolsuzluk batağındaki siyasilere itibar etmemiş ki; başına bu geldi. Din adamlarımızdan, özellikle kürsülerde, İslâm büyüklerinin yaşadıklarını günümüzle bağdaştırırken Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız örnekleriyle (önce Kaymakam diyorlar, yersen) siyaset yapmasınlar. Er veya geç 17/25 Aralık 2013 deki ortaya dökülen pisliklerin hesabı sorulacak ve biz yine yüz yüze bakacağız. Allah’ın selâmını almayan emekli hocalar var, onlara çok kırgınım. Ben ömrüm  boyunca diyanet  mensuplarına hep saygı duydum, onları sevdim. Sevgime karşılık isterim arkadaş! Aklınızı başınıza alın; bırakın bu rüşvet, hırsızlık, yolsuzluk bataklığına saplanmışları savunmayı, tertemiz eski dostlarınızı incitmeyi de size yakışacak olan doğru yola dönün.  Son Cuma (5 haziran) hutbesinde bol bol ırkçılıktan uzak durma nasihati (Anadolu Ajansı İnternet Sitesinden Cuma namazı öncesi yayınladı, demek ki tüm ülkede ayni hutbe okundu) ile emekli hocanın müezzin mahfelinde, cuma iç ezan öncesi ruh-u Tayyibeleri duası dikkati çekenlerdendi. İki aydır farklı siyasi reklâmları yapmaktan gocunmadılar. Ama insanımız bir buçuk senedir, hiç dillendirmedikleri yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık gibi konuların camilerde vaaz ve hutbelerde yer almadığının farkında.

Hatırlardadır. Gezi Parkı olayları sonrası, Ekin Pazarı Camiinde yine emekli bir imamın siyasete yönelik sözleri sonucu ayaklanan gençleri, ben, DP. İlçe Başkanı Mesut Bey ve bizim mahallenin Aydın evlâdı Akın Bey, cemaati sükûnete davet etmiştik. 15-20 kişi camii terk etmişti. (yine bir Cuma namazı) Seçimler öncesi insanımızın sabrını zorlayan (Türkiye genelinden bahsediyorum) din adamları olmadı değil. İnsanımızın basireti ve Allah’ın evine olan saygısı ile ucuz atlattık. o gün ülkücü gençler, seçim propaganda telâşından olacak camide değillerdi veya vardılar da edeplerinden suskunluğu tercih ettiler. Türk Milliyetçiliği hiçbir zaman ırkçılık değildir. Biz Türk Milliyetçileri Türk-İslâm Senteziyle yetiştik. Onun için, Kürtlerin ırkçı partisiyle bir tutulmamalı. Bu da böyle biline. Yapmayın etmeyin, yine yüz yüze bakacağız. Din adamı imajınızı düşünün bir de.

Seçimler öncesi, İstanbul Sultangazi’de bir Müezzinin edep dışı sözleri Saadet Partili Hanımları çileden çıkardı.(sahi! Diğer kadın dernekleri neredeler? Onlardan ses seda çıkmadı.)Bakın neler diyor densiz herif: “Başkanlık sisteminde, başörtünüzün bu şekilde bağlanmasına gerek kalmayacak. Çünkü o zaman kadınlar, devlet başkanının helâli olacak. Biliyor musunuz, bize göre yönettiği hanımlar, reis-i cumhur-a helâldir.” Bu kendini bilmez adamın bir de hakaretleri var. Bakın daha neler diyor: “ Dinsiz, imansız, kitapsızsınız, s…ktr olup gidin, p….ler.”

Son olarak; Bir araştırma şirketinin yaptığı insanı hüzünlendiren sonuca bakın: Ülkemizde kendisini dindar olarak vasıflandıranların oranı % 64. Bu rakam, sebep - sonuç hali değil mi?

Saygılarımla.