Gündem çok yoğun ve sıcak. Bir tarafta iktidar ve bu güce tek başına sahip olma arzusundaki Başbakan Erdoğan diğer tarafta Fethullah Gülen ve cemaati, bir başka tarafta muhalefet partileri, bir başka köşede de ping-pong topu gibi oradan oraya atılan müdürler, savcılar ve bürokratlar. Manzara adeta Amerikan güreşi de denilen “pankreas” ringi gibi.

Amerikan güreşinde nasıl iki güreşçi birbirlerine tekme-tokat yarı gerçek yarı oyun saldırırken ringe başkaları da girer ve kavga büyürse, son günlerde yaşadıklarımız da bana bunu hatırlatıyor. Tek farkı ise Amerikan güreşinde tüm yaşananların tamamen kurgu olması, ülkemizdeki güreşin ise can acıtıcı ve gerçek görünmesine rağmen ne kadarının gerçek olduğunu bilememizdir.   

Ergenekon ve Balyoz davaları karşısında çok sayıdaki gerçek akiller (!) bas bas bağırıp yargılamaların ve iddiaların birçoğunun kurgu olduğunu, hukuka ve adalete uygun davranılmadığını söylerken Sayın Erdoğan bu söylemlere karşı çıkmış, ülkeyi çetelerden temizlemek ve daha demokratik olmak (!) için destek verdiğini söylemiş ve daha da ileri giderek “bu davanın savcısıyım…” bile demişti. Birkaç sene önce de aylarca nutuk çekerek, basın-yayın organlarında tanıtım kampanyaları yaparak ballandıra ballandıra anlattığı Anayasa değişikliği kendi istediği şekilde kabul edilmiş ve değişikliğin en önde giden konusu HSYK, Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay ile bunların işleyişleri kendi isteği gibi şekil almıştı. Ne gariptir ki tüm bunlar hiç yaşanmamış ve Erdoğan taraf olmamış gibi şimdi de çıkmış “bu davalarda haksızlık, hukuksuzluk yapılmış olabilir, HSYK suç işliyor, hâkim ve savcılar keyfi uygulama yapıyor…” gibisinden söylemlerde bulunuyor. Bunlar yetmezmiş gibi sanki yaklaşık 12 yıldır iktidarda başkası varmış ve atamaları başkası yapmış gibi her operasyon sonrası onlarca hatta yüzlerce müdür, memur ve görevlinin yerleri değiştirildi. Yetmedi savcısı olduğunu (!) beyan ettiği davalarda mesai arkadaşı olan savcılara verdi veriştirdi. Kısaca Erdoğan yönünü öyle keskin ve kıvrak bir hareketle değiştirdi ki sadece ben değil herkes şaşırıp kaldı.

Ya cemaate ne demeli? Basın yayın organlarında bas bas bağıran, çarşaf çarşaf iktidarın reklamını yapan, izleyici ve okuyucu kitlesini Erdoğan yanına çağıranlar bugün birden bire Erdoğan’ı “tu, kaka” ilan etti. Yetinmeyip karşı atağa geçtiği de başta iktidar olmak üzere birçoklarınca ileri sürüldü. Hocayı hep otururken ve sakin göremeye alışkın bizler bu kıvrak dönüşler ve ateşli çıkışlar karşısında ağzımız açık kaldı.

Bu konuda belki de söz söylenmeyecek tek taraf muhalefettir. Muhalefet zekice birkaç kişisel salvo dışında dün ne diyorsa bugün de hemen hemen aynısını söylediği ve kıvraklık gösteremediğinden pek de keyifle izleyemedik.  

Daha dün cemaatin bayraktarlığını yaparken birden bire (birçoklarının ifadesine göre) Tayyipçi oluverip keskin kıvraklık gösteren bazı Devlet görevlilerinden bahsetmeye lüzum görmüyorum zira bu ülkede sağdan sola, milliyetçilikten cemaatçiliğe geçen hatta gerektiğinde bunları birkaç tur gerçekleştirenlerin varlığına alışkınız. Ne yapsın adamcağızlar “ekmek parası” derdindeler, maazallah sonra birileri haritanın bir kısmını kapatıp yer beğenmesini söyleyiverir(!)

Yani bir o yana bir bu yana merdaneli çamaşır makinesi misali…

Başlık mı? Yok canım mesaj falan yok. Dinlediğim şarkıdan esinlendim. Yazımı hazırlarken winamp’da Serdar Ortaç çalıyor, parmaklarım da klavyede ritme uyarak basıyor. Kızım da çok sever, benim de dilime dolandı sözleri “ya bir gün olur da sana bel kıvırırsa? Binlerce dansöz var…”